Geçmişten gelen güzel kokular

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, insan nefesini koklayarak akciğer kanseri ve diyabet hastalığı tanısı koyabilecek bir "elektronik burun" geliştirdiklerini açıkladı. Gelecek için umut veren bu haberden hareketle gelin, koku ve sağlık arasındaki ilişkinin geçmişine uzanalım.

Haberin Devamı

İNANCIN DAMITILMIŞ KOKUSU VE AL-KUHL

Koku, pek çok inanışta kutsallığın ve kutsal mekanların habercisidir. Bilge Kağan yazıtından, sandal ağacı (çıntan ağacı) kokusunun çok eski devirlerde Orta Asya Türklerince kutsal törenlerde kullanıldığını biliyoruz*. Rivayete göre eski zamanlarda, sakinleştirici kokusuyla ünlü öd ağacından beşikler yapılırdı. Hz.Muhammed’in de bebekken böyle bir beşikte uyuduğu söylenir. İşte o peygamber, kendisine bu dünyada sevdirilen üç şeyden biri olarak 'güzel koku'yu sayar. Peygambere atfedilen simge (rumuz) ise güldür. Nitekim kuşaktan kuşağa anltılan hikayelerde Selahaddin Eyyûbi, 1187’de Kudüs’ü Haçlılardan geri aldığında Mescid-ül Aksa'nın her yerini gül suyuyla yıkatmıştır. Yani kutsal mekan, sürülmesi sünnet sayılan güzel kokuyla temizlenmiş, manen arınmıştır. Böylesine değer verilen ve şifa kaynağı olduğuna inanılan gülün suyunu damıtmayı başaranlar da ortaçağın Müslüman alimleriydi. Cabir ibn Hayyan ve El-Kındî'yi izleyen büyük hekim İbni Sina, bir damıtma (distilasyon) tekniği icat etti. İlkeleri halen geçerli olan bu esans çıkarma tekniği, damıtılmış alkol elde etmenin de öncüsüdür. Nitekim Arapça'da göze çekilen sürme anlamındaki 'al-kuhl', parfüm yapımında kullanılan imbiğin Avrupalılara geçmesiyle 'alkol'e dönüştü! Bu dönüşüm, ilerleyen devirlerde Avrupa'da çok daha ucuz olan alkollü parfümlerin (ve tabii distile içkilerin) üretilmesiyle sonuçlanacaktır.

DOĞUMDAN ÖLÜME GÜZEL KOKMAK

Haberin Devamı

Avrupa, bedenlerindeki ve giysilerindeki kötü kokuları parfümle perdelemeye çalışırken Osmanlı’da güzel koku hayatın her alanında kendini belli eden bir kültürdü. Itriyat erbabı attarlar, İstanbul esnafı içinde önemli bir yer tutuyordu. Gül başta olmak üzere, yasemin, menekşe, nergis, zambak, reyhan, karanfil, misk, amber, öd ağacı, kâfur ve sandal ağacı gözde kokulardı. Sarayların, konakların, camilerin, dergahların, özel kabirlerin; sandukaların, takıların, tespihlerin ve tabii giyeceklerin güzel kokmasına özen gösterilirdi. Mutfak sanatında yemeklerin, tatlıların ve içeceklerin hoş kokması esastı. Her yere yayılan güzel kokular elbette insan bedeninde kendine yer buluyordu. Saça, sakala, tene sürülen güzel kokular, yıkanma suyunun ayrılmaz unsuruydu. Hatta bazı camilerde şadırvanların suyuna koku eklenirdi. İngiliz elçisi Sir Edward Burton'un 1593'te hayretle gözlemlediği üzere yemekten sonra eller, "buhur suyu" denilen güzel kokan bir suyla yıkanıyordu. Yalnızca seçkinlerin erişebildiği bu kokunun terkibi, Topkapı Sarayı'nda geliştirilmişti.

OSMANLI'NIN AROMATERAPİSİ

Kokuya bu kadar düşkün bir medeniyetin, onun sağaltıcı etkisinden -ya da günümüz tabiriyle aromaterapiden- yararlanmaması düşünülemezdi elbette. Bu arada kötü kokuların hastalık teşhisindeki rolü de biliniyordu. Örneğin Celalüddin Hızır Hacı Paşa, 1400'lerin başında kaleme aldığı "Teshîl" adlı eserinde, teşhis için sidik kabındaki (kârûre) kötü kokuya ve değişikliklere dikkat edilmesini tenbihler. Klasik Osmanlı ilaçlarının önemli bölümü vücuda sürülen bitkisel yağlardı. Elbette bu yağlar sadece vücuda işlemekle kalmıyor hastaya güçlü bir koku terapisi de sağlıyordu. Mesela İshak bin Murad'ın, "Edviye-i Müfrede"de belirttiğine göre 'uykusuzluk illeti'nin "ilacı oldur ki (hastanın) başına papadye (papatya) ve badam yağın dürteler". Pek çok tıp kitabında lohusalara, hastalıktan yeni kalkanlara ve "başı ağrıdığı halde gönlü dönenlere" hoş kokulu nesneleri koklamaları tavsiye edilmiştir. Amber kan yaparken, menekşe kokusu solunum rahatsızlıklarına, yasemin koklamaksa kılıç yarasına iyi gelir. "Tuhfe-i Muradi"den öğrendiğimiz kadarıyla misk "dimağı kuvvetlendürür" ve soğuk algınlığını önler. Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın meşhur "Marifetname"sinde gül, "ateşli baş ağrısını geçirir, baygınlığa faydası vardır". İbn-i Sina'ya göre gül kokusu "ruha hitap eder ve rahatlatma etkisi vardır. Hızlı atan kalplerde çok yararlıdır". Bu doğrultuda gül kokusu, Osmanlı'da ruhsal hastalıkların tedavisinde kullanılmıştır. Bimarhanelerde zihinsel rahatsızlıklar, güzel kokuyla tedavi edilirken beraberinde daima uygun makamlarda "canlı" çalınan musıkî oluyordu.

YARINLARIN KOKUSUNU ALMAK

Karakterimizi şekillendiren geçmişimiz, güzel kokuların tarihinde müstesna bir yere sahip. Ancak coğrafyamız şimdilerde etrafına karanfil ve bergamot değil, kan ve barut kokusu yayıyor malesef. Değil yüzüne sürecek gül suyu, içecek su dahi bulamayan kalabalıklar yanı başımızda yaralarını sarmaya çalışıyor. Geçmiş gösteriyor ki sadece pis kokulardan şikayet ederek dertlerimize derman bulamayız. Öyleyse dipsiz tartışmalarla nefesimizi harcamak yerine yeni fikirlere ve yeni "elektronik burun"lara odaklanmak, hepimiz için en iyi tedavi olmaz mı?

*MERAKLISINA:
- Şennur Şentürk - Mary Işın (ed.), "Kutsal Dumandan Sihirli Damlaya: Parfüm", 2005.
- Erhan Aydın, "Eski Tu¨rk Yazıtlarındaki C¸ıntan Igac¸ ‘Sandal Agˆacı’ U¨zerine", Bilig, 2011.
- Ayten Altıntaş, "Gül - Gül Suyu, Tarihte, Tedavide ve Gelenekteki Yeri", 2010. Ayrıca yazarın konuyla ilgili çok sayıda eseri.
- Muhammed b. Mahmûd-ı S¸irvânî, "Tuhfe-i Murâdî", Haz. Mustafa Arguns¸ah, 1999.

Yazarın Tüm Yazıları