Gazete Vatan Logo

Işığın sesini ölçen Türk Einstein!

Işığın sesini ölçen Türk Einstein!

Cambridge Üniversitesi’nde kuantum fiziği üzerine çalışan Doç. Dr. Mete Atatüre, ölçülmesi imkânsız olarak kabul edilen ‘ışık seviyesinin gürültü ölçümü’nü başarıyla yaparak bilim dünyasında çığır açtı. Atatüre’nin başarısı önemli bilim dergilerinde duyuruldu. Genç bilim insanı bu önemli gelişmeyi nasıl gerçekleştirdiğini anlattı.

Nasıl bir eğitimden geçtiniz ve bugünlere geldiniz?

Bilkent Üniversitesi Fizik Bölümü’nde okudum 92-96 yılları arasında. Lisansımı alınca Amerika’da Boston Üniversitesi’nde doktoraya başladım. Orada yine fizik bölümünde bulunan Kuantum Görüntüleme Laboratuvarı’nda doktoramı yaptım. 2002 yılında Ataç İmamoğlu’nun araştırma grubuna katıldım ve 2007 yılına kadar İsviçre’deki ETH Zürih Federal Teknoloji Enstitüsü’nde araştırmacı olarak calıştım. 2007 yazında Cambridge Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak kendi araştırma grubumu kurdum. O zamandan beri grubumuz büyüdü, şu an yaklaşık 15 kişilik uluslararası bir ekip çalışıyor, hem doktora öğrencilerinden hem de doktora sonrası araştırmacılardan oluşan.

Haberin Devamı

Size nasıl destek veriyorlar çalışma ortamınız nasıl?

Her biri dünyanın dört bir yanından gelmiş kendine özgü bir cevher. İkinci unsur tabii ki araştırma fonları: Hem Avrupa Birliği'nden hem İngiltere'nin araştırma kurumlarının verdiği maddi destek gayet yeterli. Dolayısıyla, iyi donanımlı bir laboratuvar kurup değişik projeleri aynı anda sürdürmemiz mumkün oluyor. Bu iki ana unsur dışında da tabii üniversitenin hem araştırma grubumuzun özerkliğine duyduğu saygı, hem de başarılı olabilmemiz için sunduğu çesitli olanaklar da eklenebilir, örneğin yeni laboratuvar tahsisi, ya da teknik eleman desteklemesi gibi. Son olarak da öğretim üyesi ve araştırmacıların uzun dönem plan yapabilmelerine olanak veren çalışma ortamı. Kadrom yenilenecek mi, sözleşmem sene sonu uzatılacak mı diye düşünmeden birkaç yıl sürebilecek araştırmalara odaklanmamızı da sağlıyor.

Ölçülmesi imkansız kabul edilen ışık seviyesinin gürültü ölçümünü yaptınız. Kısaca anlatır mısımız bu nedir?

Haberin Devamı

Işık bir elektromanyetik dalgadır aslında, ve kuantum mekaniğine göre de ışığın çok az miktarda da olsa bir gürültüsü vardır. Öyle ki, aslında hiç ışık yokken bile, yani tam karanlıkta da var olan bir arka plan gürültüsüdür bu, ışığın var olması ise bu gürültü miktarını daha da artırır. Bu işte gösterebildiğimiz şey uyarılmış bir atom (ya da atom gibi davranan yarı-iletken bir nanoparçacığı) kullanarak tek tek üretilen fotonların, doğru açıdan bakıldığında tam karanlıktan bile daha düşük gürültüye sahip olduğunu gösterdik. Buna sıkıştırılmış ışık deniyor, tek bir ışık parçacığı, yani foton, seviyesinde bile var olduğu iddia edilmişti 1981’de, onu deneysel olarak gözlemlemiş olduk.

Bu ölçüm nasıl bir çığır açacak?

Aslında bu araştırma tamamen temel bilim kategorisinde, direkt bir uygulaması olan teknolojiye yansıması olan bir konu değil, daha çok ışığın en temel özelliklerinden birini daha iyi anlamamız ve öğrenmemiz ile ilgili. Bilimin asıl çıkış noktası olan doğayı daha iyi anlamak üzerine. Bu ışık kaynağını kullanarak yapmaya çalıştığımız başka çalışmalar var biraz daha uygulaması olabilecek konular. Bunların başında kuantum bilgisayarları ve kuantum fotonik bilgi ağları kurma geliyor. Daha çok erken aşamada ama bu konuda çalışmalarımızı başka araştırma gruplarıyla beraber devam ettiriyoruz.

Haberin Devamı

TÜRKİYE CERN GİBİ GLOBAL MUTLAKA PROJELERDE YER ALMALI

Ne kadar süredir çalıştınız bu projeye?

Özel olarak bu projede yaklaşık bir yıl çalıştık. Bu sıkıştırılmış gürültü konseptini gözlemleme olasılığımızın olduğunu fark edince, başka projeleri biraz askıya alıp bunun üzerine yoğunlaştık, bir sene içinde de tamamladık. Bu bir yılın ciddi bir kısmı da aslında ne ölçtüğümüzü tam olarak analiz edebilmeye gitti.

Türkiye'nin CERN Projesi’nde yer almamasını nasıl değerlendirirsiniz?

Türkiye’nin böyle büyük ve prestijli bir projede yer almasının çok doğal olduğunu düşünüyorum, çok tartışmaya açık olan bir konu değil bana göre.

Eğer bu projede biz de yer alsaydık Türkiye'nin bilim kurumları ve üniversiteleri için neler kazanırdık? Neler kaybettik?

Haberin Devamı

Her şeyden önce en önemli şey ulusal değil uluslararası ağın içinde varolabilmek. Yani tek başına başarılı bir ülke olmaya çalışmak yerine sürekli devinen uluslararası araştırma ağına direkt entegre olmak icin çalışmak daha verimli diye düşünüyorum. CERN tam bu açıdan önemli bir proje.

ÜNİVERSİTELER HER ANLAMDA ÖZGÜR OLMALI

Biz bilimin neresindeyiz?

Potansiyelini değerlendiremeyen bir ülkeyiz şu anda ve aslında bunu pozitif bir şey olarak söylüyorum, umut var anlamında. Çok değerli bilim insanlarımız da mevcut her yaştan. Finansal yatırım da olmakta, bu güzel bir şey. Ancak, bilimin ve haliyle üniversitelerin özgür bırakılması, kısa dönem politik hesaplardan ve katılaşmış hiyerarşik ve bürokratik yapılaşmalardan arındırılması gerekir. Özgür, yaratıcılığını test edebilen, farklıyı kabul edebilen, dinamik bir olgu olmalı üniversiteler. Buna bilim akademilerini de ekleyebiliriz.

Ülkemiz neden beyim göçü yaşıyor neden gidiyor gençler ve dönmüyorlar?

Gitsinler zaten, gitmelerinde bir sorun yok, başka ülkelerden de bize gelinsin. Biz hep gidenin dönmemesini konuşuyoruz aslında, ama 15 kişilik araştırma grubumda 7 ayrı ülkeden insan var. Başka ülkelerden de bize araştırmacı gelmesini artırırsak o zaman bir denge başlar. Dönenlerin oranı da artar böylece, o uluslararası ortamı kendi ülkende de yakalıyor olmak çok cazip gelebilir. Son 10-15 yılda aslında geri dönen çok değerli bilim insanlarımız oldu. Onlara daha fazla destek verilirse diğerleri için de güzel örnek teşkil etmiş olur. Destekten kastım sadece fon anlamında değil, aynı zamanda kadro güvenliği, araştırma özerkliği ve moral desteği. Ders yükü yüzünden araştırmaya vakit ayıramamak ya da her sene sonu mütevelli heyetinin sözleşme yenileme onayını beklemenin stresi ilk akla gelen örnekler belki. Tabii ki diğer bütün kurumlar gibi üniversitelerin de ekonomik perspektifi gözardı edilemez, ancak kısa dönem ticari hedeflerin akademik kaliteyi zorladığı şu anki sistem yerine uzun dönem entelektüel hedeflerin beraberinde getireceği ticari kazanımlara dayalı daha uzun soluklu bir sisteme izin verebilir.

Tersine beyin göçü ile bir gün Türkiye’ye dönecek misiniz?

Bilim ve araştırmanın yanında bir de insanın yıllar içinde kendi kurduğu bir hayatı var tabii. Sonuçta 1996’da ayrıldım Türkiye’den, yani hayatımın yarısından fazlası yabancı ülkelerde geçti. Sürekli geliyorum Türkiye’ye, ama sanırım artık yerleşik düzen İngiltere’de olacak gibi gözüküyor. Hiç belli olmaz tabii, hayat bu her şey değişebilir.