"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

PROF. DR. ESER KARAKAŞ: Türkiye’de özel okul yok, hepsi Andımız’ı okuyor

20 Şubat 2012, Pazartesi
“Türkiye’de özel okul yok. İnsanlar sadece okulların maddî varlığının sahipliğini yapıyorlar. Onlar da devlet okulları gibi Millî Eğitim Bakanlığının temel kanunlarına bağlılar. Bütün okullar aynı müfredatı uygulamak zorundalar. Cemaat okulu dediğimiz okullar da sabah Andımız'ı okumuyor mu? Resmî tarih aynen öğretilmiyor mu? Bu noktada muhafazakâr kesime ciddî eleştirilerim var. ”
DİNDARLAR KENDİ MÜFREDATLARINI BELİRLEMELİ
“Muhafazakâr kesim kamusal alanı devlet üzerinden şekillendirmek istiyor. Böyle yapacaklarına Tevhid-i Tedrisat’la, Millî Eğitim Temel Kanunlarıyla mücadele edip kendi müfredatlarını kendileri belirleyecek bir sistemi savunmalılar. Her sorun devlet üzerinden çözülmeye çalışıldığında kapalı toplum olmaya mahkûmuz demektir. Hepimizin içinde devletçilik denen şey yerleşik durumda.”
 
TÜRKİYE’DE ÖZEL OKUL YOK, ÇÜNKÜ HEPSİ ANDIMIZ’I OKUYOR
 
Türkiye’de değişim sürecinin tıkandığı yönündeki yorumlar hızla artmaya başlarken yine gözler hükümete ya da devlete çevrilmiş durumda. Halbuki 21.yy sivil toplum yüzyılı diye bilinir. Her değişim dinamiğinin devletten kaynaklı beklemek doğru mu? T.C vatandaşı olarak üzerimize düşün görevler neler? Hayatımızı etkileyen kurulu düzeni değiştirme işinde payımız nedir? Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Eser Karakaş’la Türkiye’nin gerçeklerini konuştuk. Karakaş değişim arzusunun ve isteğinin halktan gelmesi gerektiğini söyleyenlerden.
Türkiye’de demokratik değişim süreci sizce tıkandı mı?
Meseleye farklı boyuttan değerlendirmek isterim. Son senelerde “özel alan”, “kamusal alan” ayrımı yapılıyor. Bunun da kriteri var. Türkiye’nin özel alan tanımında dünyanın bulunduğu yöne doğru gittiğini düşünüyorum. Şöyle ki özel alanda insanlar istedikleri gibi takılabilirler; ister alafranga ister alaturka ister mikro milliyetçi ister küresel düşünebilirler. Kamusal alan ise eylemlerimizin, ifadelerimizin üçüncü kişileri etkilediği alan olduğundan burada sınırlar daha dar. Eğer sizin söylemleriniz şiddet çağrıştırıyor, nefret yayıyorsa kamunun müdahalesi başlıyor. Dünyanın gidişatına bakarsak son yirmi yıldır insanlar özel alanlarında muazzam özgürleşiyorlar. Mesela başörtü takmanın üçüncü kişiler üzerinde bir etkisi olduğunu düşünmediğimden, tıpkı pantolon giymek gibi, kamusal alan düzenlemesine konu olmasına karşıyım.
Söylediklerinizden kamusal alanda istenilen özgürlüğün olmadığı sonucunu çıkarmak mümkün mü?
Türkiye’nin en büyük sıkıntılarından birinin kamusal alan düzenlemeleri olduğunu düşünüyorum. Özel alanda insanlar olabildiğine özgür bu noktada batıyla benzeşiyoruz, ancak kamusal alanda ‘biz bize benzeriz’ mantığı geçerli. Öyle bir anayasamız var ki dünyanın hiçbir yerinde örneği yok. Atatürk milliyetçiliğini referans olarak alıyor… Demin de belirttiğim gibi özel alanda devletin dayattığı sınırlar aşınmaya başladı. Unutmayalım ki eskiden devlet radyosundan insanlara sadece klasik müzik dinletilirdi. Artık Türkiye’deki kamusal alanın da Batı’yla benzeşmesi gerekiyor. Türkiye devlet olarak buna direnmeye başladı. Olup biteni böyle okuyorum.
Fransa’nın Ermeni Meselesiyle ilgili düşünce özgürlüğünü engelleyen yasayı yürürlüğü sokmak istemesini batının hangi değerleriyle bağdaştırıyorsunuz. Yoksa batı yasakçılığa doğru mu yol alıyor?
Fransa’da yaşanan bu durum Avrupa için eğreti. Sonuçta Avrupa’da yerleşik bir sistem var. ‘Dünyanın en iyi sistemi AB midir?’ konusu tartışılabilir ama Türkiye 2007’ye kadar bu yapıyla benzeşme çabası içindeydi. Artık Türkiye’de devlet aygıtı entegrasyona direnmeye başladı. Aslında burada açık toplum, kapalı toplum tercihi söz konusu. Açık toplum ekonominin dışa açık olması, ifade özgürlüğünün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından belirlenmesi, anayasamızın Türkiye’ye özel koşullar içermemesi, töre cinayetlerine indirim getirmemesi demektir. Kadınların çalışma hayatını, uygulanan şiddet karşısındaki haklarını neye göre belirleyeceğiz? Kapalı toplumun ekonomide de yansımaları vardır. Mesela kapalı toplumun Türkiye’deki en büyük temsilcisi Koç Holding’tir. Çünkü Ekonomi Bakanlığı’nı Rahmi Koç’a verseniz yapacağı ilk iş korumacılığı geri getirmek ve Gümrük Birliği’nden çıkmak olacaktır. Zaten 1995 yılında Gümrük Birliği kavgası kimin açık toplumu kimin kapalı toplumu istediğini açıkça ortaya koymuştur.
Türkiye’nin İslami karakterini de düşünürsek batıdan kopmadan kendine özgü yeni bir model oluşturması mümkün mü?
Hayır. Evinden herkes kendine göre bir model oluştursun. Türkiye toplumunun yapısına etki eden değerleri tabi ki özgür bırakmak gerekir. Ancak AB standartlarının Türkiye’nin kurumsal yapısı için önemli olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’deki sorun galiba özel tercihlerin kamusal alana yansıtılmasında çıkıyor. Özellikle de İslâmî değerler açısından…
Türkiye’nin başörtülü başbakanı olması noktasında hiçbir engel olmadığını düşünüyorum. Ayrıca dindarlar Tevhid-i Tedrisat dışında özel okullar açmalılar.
Türkiye’de özel okul sıfatıyla anılan bir çok okulu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de özel okul yok. İnsanlar sadece okulların maddi varlığının sahipliğini yapıyorlar. Onlar da devlet okulları gibi Milli Eğitim Bakanlığı’nın temel kanunları hükümlerine bağlılar. Bütün okullar aynı müfredatı uygulamak zorundalar. Cemaat okulu dediğimiz okullar da sabahları andımızı okumuyor mu? Resmi tarih aynen öğretilmiyor mu? Bu noktada muhafazakâr kesime ciddi eleştirilerim var. Muhafazakar kesim kamusal alanı devlet üzerinden şekillendirmek istiyor. Böyle yapacaklarına Tevhid-i Tedrisat ’la, milli eğitim temel kanunlarıyla mücadele edip kendi müfredatlarını kendileri belirleyecek bir sistemi savunmalılar. Muhafazakârlar açısından anlayamadığım başka bir nokta ise Diyanet İşleri Başkanlığı’yla olan ilişkileri. Diyanet İşleri dinin tehlikeli olduğu inancıyla dini kontrol etmek için kurulmuş bir yapıdır. Yani dindarların gardiyanıdır. Ama Türkiye’nin yüzde sekseni mücadele etmesi gereken yapıya sahip çıkıyor.
Bunun altında yatan nedeni hiç düşündünüz mü?
Dindarların her şeyi devlet üzerinden yapmak gibi kıramadıkları bir düşünce yapıları var. Başbakanın “Dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” sözü de buna dahil edilebilir. Bu yanlış bir sözdür. Bunun nedenini şöyle açıklayabilirim: Diyelim ki 27 Nisan Muhtırası’nı özel web siteme koysaydım herkes gülüp geçirdi. Fakat elinde tankı tüfeği olan birisi bunu söyleyince işler değişiyor. “Dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” sözünü de Milli Eğitim Bakanlığına sahip bir güç söyleyince işler değişiyor. Asıl tartışma dindar nesil yetiştirmenin devletin mi yoksa toplumun mu tercihi olacağıdır. Bu tür sorunları devlet üzerinden çözmek çağdışı bir durum. Hakeza Alevilerin cemevini devlete tanıttırma çabaları da anlamsızdır. Köklü bir Alevi geleneğinin hedefi bu olmamalıdır. Diyanet aynı zamanda tırtıklama kurumudur. Bu nedenle de bazı Aleviler Diyanet içinden pay olmak istiyor. Halbuki, doğru olan imamı da dedeyi de sivil toplumun seçmesi ve ihtiyaçlarını karşılamasıdır. Her sorun devlet üzerinden çözülmeye çalışıldığında kapalı toplum olmaya mahkumuz demektir.
Gerçek laik devlette İmam Hatip Liseleri korunur, fakat devlet eliyle açılamaz. Bırakın bu okulları özel sektör açsın. Tıpkı yurtdışındaki Katolik mektepleri gibi. Artık Türkiye’de özel sektörün okul açacak kaynağı da var. Eğer sizin okulun hocasının maaşını devlet verirse kontrol eden de o olacaktır.
Bilindiği üzere Diyanet işleri CHP’nin isteği üzerine “Aydın din adamı” yetiştirmek üzere açılmış…
Devlet aydın ya da gerici din adamı tanımını yapamaz. Hangi kriterlere göre din adamları aydındır ya da mürtecidir? Devletin bu kriterlere göre din adamı yetiştirmesine dindarlar nasıl müsaade ediyorlar? Kemalistler aydın din adamı yetiştireceğiz diyerek dinin resmi yorumunu yapıyorlar. Dinin doğru yorumunun tekeli Kemalistlerin elinde midir?
Diyanet’in Molla açılımını nasıl buluyorsunuz?
Mollalık gibi çok köklü bir geleneği Diyanetin içine alarak onları memur yapıyorlar. Mollaların böyle bir duruma düşmelerine inanamıyorum. Sağcısından solcusuna, dindarından sekülerine kadar hepimizin içinde devletçilik denen şey yerleşik durumda.
2007’de Türkiye devletinin AB ile birleşmesini engelleyen bu devletçi refleks mi?
Ben Ak Parti’yi yoğun şekilde eleştirenlerden değilim. İktisatçı olarak ‘kamusal tercihler’ diye bir ders verdim. Maksimizasyon işlemine inanırım. İş adamı kârını, politikacı da oylarını maksimize etmek ister. Toplumda 2007’ye kadar olan hava dağıldı. Toplumsal talep şimdi başka bir yöne kaydı. İktidarın büyük hukuksal reformlar yapması için toplumun talebinin o yönde olması gerekir. 2006’lara kadar bu talep toplumda vardı. Çünkü toplum 1991,1994, 2001 ekonomik krizleriyle büyük kayıplar verdi. Bu nedenle de güçlü bir hukuk talebiyle ortaya çıktı. Bunu gerçekleştirmenin yolu da AB reformlarından geçiyordu. Ancak Türkiye ekonomisini düzlüğe çıkarınca, ardından ekonomik büyüme ardı ardına gelince hukuk talebi azaldı. 2001 krizinin hafızası eskimeye başlayınca güçlü bir hukukun da gerekli olmadığı fikri doğmaya başladı. Sonuçta hukuk kendini sınırlamak demek…
Yani halk, hukuku istemiyor mu?
Türkiye’de tüketicilerin kaçta kaçı fiş almayı kamusal hukukun zorunluluğu olarak görür? Çok sert bir örnek vermek gerekirse Cumhurbaşkanı dahil oturduğu evin piyasa değerini tapuya bildiren var mıdır? İşgal edilen hazine arazileri ise muazzam. Türkiye’de çok geniş küçük üretici ve tarım kesimi yasalarla vergilerden muaftır. Gerçek değil, basit usulle vergilendirilirler. Hukuk ne demek? Hazine arazisine oturmayacaksın, KDV’yi ödeyeceksin, oturduğun evin gerçek bedelini tapuya bildireceksin, gerçek usulle vergi vereceksin demektir. Bunlara uymayan insanların toplamı yaklaşık Türkiye nüfusu demektir. Hukuk devleti sadece ifade özgürlüğü demek değildir, vergi de bunun bir parçasıdır. Az önce söylediğim hukuk kurallarını uygulayacağını söyleyen bir parti kursam, sizce yüzde kaç oy alırım? Demek ki aşağıda hukuk talebi yok. Kriz sonrası toplum öyle bir dayak yemişti ki, AB’ye bir can kurtaran simidi gibi sarıldı. Ama işler sonra düzeldikçe hukuk talebi tekrar düştü.
Ergenekon Örgütü’nün etkisiz hale getirilmesiyle hükümetin hukuk reformuna ihtiyaç duymadığı iddiaları sizce doğru mu?
Ergenekon bitmez. Ergenekon dediğiniz kesim 22 Temmuz seçimlerinde o gece asker darbe yapsaydı “iyi oldu” diyecek kesimdir. Bu da azımsanmayacak bir orandır. Bu bir zihniyettir. Yargılananlar ise bu zihniyetin tetikçileridir. “Başbakan ve Cumhurbaşkanının eşi türbanlıysa ordu buna müdahale etmeli” diyen Türkiye’de yüzde 30’luk bir kesim var. Bu kesim kapalı toplumu savunur. Kapalı toplum rant ve hak edilmemiş kazanç üretir. Açık toplum ise rantları olabildiğince yok eder, kazançları hak edilmiş kazançlara indirger.
Şu anda nerede görüyorsunuz Türkiye’yi?
2002 ile 2007 yılları arasında önemli atılımlar yapan Türkiye şuan duraklama döneminde diye düşünüyorum. Duraklamadan sonra illaki gerileme başlayacak diye bir şey yok. Şuanda atılan adımları sindirme sürecindeyiz.
Siz gelinen noktada toplumu talepkâr olmadığı için suçlu buluyorsunuz galiba?
Kimseyi suçlu bulmuyorum. Olaya bu terimlerle yaklaşmıyorum, analiz yapmaya çalışıyorum. Hükümetler tabanın istediklerini yerine getirirler. Demokrasi budur. Seçmen kitlesinin talebi önemlidir. 2007’ye kadar olan süreçte muhafazakârların önemli bir rolü oldu. Çünkü 28 Şubat’ta büyük bir dayak yemişlerdi. Dolayısıyla hukuku savundular. Ancak “artık bizi kimse dövemez, güç bizde” anlayışı başladığı andan itibaren hukuk talebinde azalma başladı. Fakat bu dayak yemeyecekleri anlamına gelmez.
 
CEMAATLER KENDİ OKULLARINI AÇMAK İÇİN MÜCADELE ETMELİ
Prof. Dr. Eser Karakaş: “Türkiye’de özel okul yok. İnsanlar sadece okulların maddi varlığının sahipliğini yapıyorlar. Onlar da devlet okulları gibi Milli Eğitim Bakanlığı’nın temel kanunları hükümlerine bağlılar. Bütün okullar aynı müfredatı uygulamak zorundalar. Cemaat okulu dediğimiz okullar da sabah andımızı okumuyor mu? Resmi tarih aynen öğretilmiyor mu? Bu noktada muhafazakâr kesime ciddi eleştirilerim var. Muhafazakâr kesim kamusal alanı devlet üzerinden şekillendirmek istiyor. Böyle yapacaklarına Tevhid-i Tedrisat’la, Milli Eğitim Temel Kanunlarıyla mücadele edip kendi müfredatlarını kendileri belirleyecek bir sistemi savunmalılar.”
 
 
H. Hüseyin Kemal
Okunma Sayısı: 2011
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • metin

    20.2.2012 00:00:00

    ALLAH AŞKINA BU ÜLKE MEDYASINDA KAÇ GAZETE BU HABERİ YENİASYA GİBİ MANŞETTEN VEREBİLİR? VEREMEDİKLERİ GÖSTERİYOR Kİ DERTLERİ DEMOKRATİKLEŞMEDEĞİL...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı