3 Mayıs 2024 Cuma / 25 Sevval 1445

Beşir Atalay: Operasyonlar sürer, bölge normalleşir

Atalay: Hamdolsun, 1 Kasım’da Türkiye yeniden rahatladı. Bu, parti değil Türkiye meselesiydi. PKK ve HDP verdikleri sözleri tutmayarak sürece ihanet ettiler. Bunu herkes gördü. Artık zaman güvenli şekilde normalleşme zamanı.

Fadime Özkan - Röportaj18 Kasım 2015 Çarşamba 07:00 - Güncelleme:
Beşir Atalay: Operasyonlar sürer, bölge normalleşir

1 Kasım 2015 seçim sonuçlarının Türkiye demokrasi tarihinde yeni bir dönemi başlattığına şüphe yok. 7 Haziran’ın aksine sandıktan bir iktidar imkânın çıkması, AK Parti’nin yüzde 49,5 oyla tek başına güçlü bir hükümet kuracak olması dışında ülkenin hem siyasi hem de ekonomik açıdan yeniden bir istikrar dönemine gireceğini söyleyebiliriz. Bunun dışında kronik ya da akut sorunlarını aşmak için de yeterli icraat zamanı kazanmış görünüyor. Güvenliği riske etmeyecek bir özgürleşme ve demokratikleşmeyle birlikte terör sorununu neticelendirmek mümkün olacak mı? Yeni dönem nelere gebe? AK Parti’nin kurucularından olan ve üç dönem boyunca AK Parti hükümetlerinde önemli görevler almış olan Prof. Dr. Beşir Atalay artık Van milletvekili olarak TBMM’de. Yeni sıfatı bile yeni dönem için yeni umutlar demek olan Atalay ile hem geçmişin muhasebesini hem geleceğin öngörüsünü yaptık.

1 Kasım’dan beri Yüzde 49,5’u konuşmadan söze başlanmıyor malum. Biz de oradan başlayalım mı?

1 Kasım’ın sonucu her açıdan çok önemli. Bu seçim parti seçiminden öte Türkiye meselesiydi. Rabbimize hamdolsun Türkiye yeniden rahatladı. Ak Parti’ye oy veren, vermeyen Herkes rahatladı. Herkes tekrar hayata dönüyor.

AK Parti oyu yüzde 49,5 ama seçimlere dair memnuniyet oranı yüzde 75. 

Bu çok önemli işte. Yaşadığımız tereddütlü, geleceğin belirsiz olduğu günlerden sonra tekrar huzura kavuştuk, onun için Rabbimize hamd ederiz.

KRONİK SORUNU ÇÖZMEK İSTEDİK

13 yıl boyunca demokratikleşme adımları ve Kürt meselesinin çözümünde bütün süreçlerin içinde oldunuz. Öncelikle sizden, buzdolabına kaldırıldı denilen çözüm sürecinin muhasebesini dinlemek isterim.

Çözüm süreci, Türkiye’nin terörle irtibatlı en kronik sorununu çözmek için oluşturulmuş bir proje. AK Parti’nin kurulduğu zamanki ilk beyannamesinde var bu konu. 13 yıllık iktidarımızda da hep gündemimizde oldu. Türkiye bu sorunu çözmek zorundadır. AK Parti hükümetleri Türkiye’nin birikmiş bütün sorunlarına el atmaya çalıştı. En kronikleşmiş sorunlarını cesaretle ele aldı. Kimi Kürt sorunu boyutuyla ilgili, kimi terörle ilgili, sorunu çözmek için çok samimi bir gayret içerisinde olduk. Yaptığımız şeyler iyi ve doğru şeylerdi. Bu aslında Türkiye’yi daha fazla demokratikleştirme ve normalleştirme adımlarının bir parçasıdır. Bakın bugün her şey konuşuluyor. Bugün partilerin gündemlerindeki konular bizim açtığımız o demokratikleşme çığırından sonra oldu. Dolayısıyla biz bütün bu çalışmaların son safhasında, çözüm süreci adını verdiğimiz, daha somut hedefleri olan, terörün bitirilmesini hedefleyen bir proje başlattık. İyi planlanmış, görüşmelerle süren bir proje. Çözüm sürecinin anayasası hükmündeki 2014 Temmuzunda Meclisten çıkan çerçeve yasayla da tanımladık; “terörün önlenmesi ve toplumsal bütünleşmenin sağlanması”. Mecliste doğrusu çok tartışıldı ama ana muhalefet partisi dahil üç partinin, Meclisin yüzde 80 çoğunluğunun oyuyla yasalaştı. Sürecin hedefi çok somut: Terör örgütü yurt dışına çıkacak. Silah bırakacak. Ve devlet de terör unsurlarının eve hayata dönüşüyle ilgili çalışmalar yapacak. Uluslar arası alanda pek çok ülkede yapılmıştır bu. Bu kadar iyi çalışılmış bir yasadır o.

PKK VE HDP ÇÖZÜM SÜRECİNE İHANET ETTİ

Çözüm süreci niye bitti o halde?

Taahhütleri vardı, terör örgütü bunları yerine getirecekti. Bir yanda örgüt kesimi vardı. Oraya siyaset kesimi de monte edildi. HDP mekanizmaya bizim tarafımızdan dahil edildi. Sebebi de; terör tamamen bitsin, siyaset güçlensin, demokrasi güçlensin istedik. Ama verilen taahhütler örgüt tarafından da HDP tarafından da yerine getirilmedi. Ben sert kelimeleri seven biri değilimdir ama bunu ifade edecek başka kelime bulamıyorum: HDP, örgüt, o kesim çözüm sürecine ihanet etti. Hükümetin, devletin samimi çabalarına, çözüm çalışmalarına karşılık vermediler.

HDP “ARTIK ŞARTLAR DEĞİŞTİ” DEDİ

Hangi evrede oldu o ihanet? 2013 Mayıs başında Kandil, Öcalan’ın talimatına uyacağını ve sınır dışına çıkacağını ilan etti. 8 Mayıs’ta da çıkışlar başladı. Ama çıkışlar Haziran’da yavaşladı ve bir süre sonra da durdu. İhanet o zaman mı başladı?

En önemli tıkanma orası, sözlerinde durmamaları. Fakat ondan sonra benim şahsi değerlendirmeme göre, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeler başladı. PYD’nin orada bir bölge edinmesi. Esed yönetimi Türkiye karşıtı bir tutum olduğu için onlara destek verdi. Çözüm sürecinin bana göre zehirlenmesi, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerdir. Kendileri de ilk ağızdan bunu ifade ettiler, “artık şartlar değişti” dediler. Görüşmelerde bu cümleyi birebir sarf ettiler.

PYD, PKK’NIN BİR PARÇASIDIR 

Kim sarf etti, İmralı mı?   

Hayır. Buradaki görüşmelerde (HDP heyetince) edildi. Suriye’deki PYD, PKK’nın bir parçasıdır. Geçen hafta PYD Eş Başkanı Salih Müslim'in abisi de bunun aynen böyle söyledi.(Prof. Dr. Mustafa Müslim"Suriye'nin kuzeyindeki yapı terör örgütü PKK'dır. PYD ve YPG, PKK'nın yan dallarıdır. PYD'yi PKK kurdu ve YPG de PYD'nin silahlı koludur.") PYD olarak Suriye’deki gelişmeler PKK’ya, o kesime farklı düşünceler getirdi. Ondan sonra bildiğiniz gibi çok sert gelişmeler oldu. 6-7 Ekim oldu. Terör unsurlarının bölgede daha fazla yerleşmesi vesaire 6-7 Ekim’den sonradır.

“BİZDEN FAYDALANIN” DİYORLARDI

Kamu düzeninin bozulmaması şartı da 6-7 Ekim olaylarından sonra getirildi zaten?

Evet. Olanlar hükümeti devleti çok rahatsız etti. Bölgede rahatsızlıklar oldu. Bütün bunlar bir araya geldiğinde devletimiz hükümetimiz de tabi şunu düşündü: biz bu kadar riskler aldık, çabaladık ama karşıda hala terörün gölgesinde bir parti var. Silahın bırakılıp siyasetin güçlenmesi için bir şey yapmıyor. Samimiyetsiz bulduk. Biz fotoğraf vermeden çok bir araya gelirdik bu meseleleri görüşmek için. Önceleri başka bir şey derlerdi, partinin eş başkanları bize birebir görüşmelerimizde. “Bizden faydalanın. Arabuluculuk yapalım, danışmanlık yapalım” derlerdi. Bu ifadeleri aynen bu şekilde kullanırlardı. Bu kavramların altını hiç doldurmadılar. Arabuluculuk ya da danışmanlık yapmadılar. Terör unsurlarına taraf oldular. Oraları etkileyip çözüme yönelteceklerine, adeta onların etkisine girdiler, sırtlarını oraya dayadılar. Terör unsurlarıyla birleştiler. Bunu herkes gördü. Eğer siyaset kesimi sağlam dursa yalpa yapmasaydı ve terörü şiddeti bitirelim siyaseti güçlü kılalım anlayışına destek verselerdi çok mesafe alınırdı doğrusu. Ama 6-7 Ekim’de halkı sokağa çağırdılar, güvenliği riske ettiler. Güvenlik bir devlet için olmazsa olmazdır. Güvenliği riske ettiğinizde ne çözüm süreci olur, ne başka şey.

HDP’YE YÜZDE 13’Ü AK PARTİ Mİ KAZANDIRDI?

HDP’liler “arabulucu” olmayı teklif ettiklerinde PKK’dan bağımsız bir hüviyetine sahip miydi sizce?

Biz şunu sağlamaya ve buna inanmaya çalıştık: Bu kesimde de siyasetin etkisi güçlensin. Şiddetin etkisinden çıksınlar. Hatta hatırlarsanız, bize bu yönde suçlamalar oldu, HDP’yi güçlendirdiler diye. Doğru, HDP’ye mekanizmada çok önemli bir rol verdik biz, İmralı’yla görüşme, Kandille görüşme. Hükümet verdi o rolü. Çözüm süreci AK Parti’nin projesidir. AK Parti yürütmüştür ve HDP’ye de o rolü AK Parti vermiştir.

ARTIK KANAAT ETTİM Kİ HDP DE, PKK DA AYNI YAPI 

HDP’nin 7 Haziran’da aldığı yüzde 13’ün alt yapısını AK Parti mi hazırladı yani bir anlamda?

Yani... Ama biz “siz güçlenin, siyaset güçlensin ki şiddet terör bitsin, bu iş Meclis’te siyaset yoluyla çözülsün” dedik. Bunu istedik. Ama güveni de zaten bundan sonra sarstılar. Benim görüşümü soruyorsanız, bunlar bunu gerçekleştiremediler. Şiddetle terörle aralarına mesafe koyamadılar. Aksine aday tespiti dahil terörün etkisine girdiler. Ben artık kendi adıma şöyle bir ayrımı yapar değilim: Burada bir parti var, bunlar örgütü etkilerler, demiyorum. Bunların hepsini aynı yapı olarak görüyorum artık. Farklı söylemler rol paylaşımı gibi geliyor bana. Başka partileri de var aynı yapı içinde. Bunlar da başka bir konuda rol oynayacaklar. Millet bunlara 7 Haziran’da terör biter, siyaset kazanır diye destek verdi. Ama oylar çabuk düştü. 5 ayda oy düşer mi? Bölgede önemli oy kaybettiler. Şu an bile bakın Silvan’da veya başka yerlerde terör aktivitelerini, terör unsurlarını koruyorlar. Asıl yapmaları gerekeni yapmadılar. Sürece ihanet ettiler.

SÜREÇ KAMU GÜVENLİĞİNİN ALTERNATİFİ DEĞİLDİR

6-7 Ekim’le birlikte kamu düzeninin sistematik biçimde ve kasıtla bozulduğu, bunun bir siyaset olduğu görüldü. Hükümet de PKK-HDP’ye kamu düzenini şart koştu. Bunun için de sözler verdi HDP ama aynen devam ettikleri de görüldü. Buna rağmen 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de Hükümet heyeti ve HDP heyeti bir araya gelerek çözüm iradesinin devam ettiği beyan edildi. Sonradan anlıyoruz ki PKK bölgeyi cephaneliğe çevirmiş. Bu durumda soru şu: PKK-HDP istikrarlı biçimde verdiği sözleri tutmayıp kamu düzenini bozarken devlet bunları neden görmedi, neden sustu, neden sabretti?

Bakın, devlet bunu görüyorken müdahale etmedi, sabretti ifadesi doğru bir ifade değildir. Eğer öyleyse kabul edilemez. Eğer öyleyse zaaflar vardır. Çözüm süreci asla kamu güvenliğinin alternatifi değildir. Ve asla içinde öyle şeyler taşımaz. Devletin görevidir kamu düzeni. Aksi asla olmaz. Bakın, çözüm sürecinin hiçbir yerinde müsamaha ya da benzeri bir tek cümle yoktur güvenlikle ilgili. Sanki bunlar çözüm sürecini bir suçuymuş gibi zikrediliyor. Eğer böyle olduysa o bir zaaftır.

SÜRECİ SURİYE’DEKİ GELİŞMELER ZEHİRLEDİ

Bürokratların zaafı mıdır, siyasetçilerin zaafı mı?

Kim olursa. Şunu da söyleyeyim. Silahlanma, cephanelik vs bir kısmı içerde yapılan el yapımı şeyler. Ama içeriye o tür şeylerin gelmesinde de militan gelmesinde de Suriye irtibatı çok fazladır. Suriye, çözüm süreciyle ilgili en önemli olumsuzluktur. Çünkü Esed yönetimi Türkiye’yi olumsuz etkileyecek her şeye destek veriyor. Zaten örgütün militanlarının üçte biri Suriyelidir. Çözüm süreci büyük bir umut getirmiştir topluma. Bölgede kamu güvenliğini tehdit eden gelişmeler ise sürecin son safhasıdır.

PKK’YA MÜSAMAHA DİYE BİR ŞEY OLAMAZ

Devletin olası zaafını anlamak istiyorum. Bunun paralel yapıyla bir ilgisi var mı size göre? Şu bağlamda: Hükümet, operasyon emrini TSK’dan alıp valilere vermişti. Bundan iki ay önce bir vali yardımcısı çıktı ve 81 ilin valilerine çağrı yaptı “gelin hep birlikte istifa edelim, Hükümeti devleti felce uğratalım” diye. Paralel elamanların devlet içine sızmış olduğunu ve son zamanlarda bunun gibi feda eylemlerine giriştiklerini görüyoruz. Süreç yürürken de sabote etmek için çalışmış olabilirler mi?

Bunu ben yanlış görüyorum. Kamu güvenliğini bozan her ne varsa ilgililer müdahale etmek durumundadır. Ama operasyon izninin valilere verilmesi meselesi şu açıdan çok normal bir şeydir. İlde mülki idarenin başında valilerdir, sivil yöneticilerdir. Sivilleşme ve demokratikleşme adımları atarken bu yetkiyi valilere vermenizden daha tabii bir şey yoktur. Daha önce valileri biraz dışarıda bırakan EMASYA protokolü vardı biliyorsunuz, biz bunu başka bir protokolle değiştirdik. Ama bu demek değildir ki, yetki valiye verilirdi diye, güvenlikle ilgili bir durum varsa vali buna niye müdahale etmesin?

PKK İLE PARALEL SAHADA EL ELE

Etmemişse?

Yanlış yapmıştır. Böyle bir şey olmaz. Önemli bir şey oldu da vali izin vermedi, buna ben katılmam. Bu izinler büyük operasyon içindir. Yoksa günlük, gözünüzün önünde olan, rutin asayişle ilgili güvenlik olaylarında zaten vali izni gerekmez. Bu polisin görevidir zaten. Rutini aşan, olağan üstü durumlar valilerin kararına bağlıdır. Yine de yeniden düzenlemek somutlaştırmak da gerekir o alanı aslında. Öte yandan şunu söylemekten de üzgünüm aslında. Sorduğunuz gibi çözüm sürecinde de benzer bir şeyin olduğunu anlıyorsunuz ama şimdi daha açık görüyorsunuz. 1 Kasım öncesinde Van’da çalışırken şunu gördüm. Başka parti yok oralarda, bizim rakibimiz onlar. Sahada paralel yapıyla PKK ve HDP’nin çok yakın yardımlaşır olduğunu gördük. Herkes görüyor bunu.

Ne gibi işbirlikleri, açar mısınız biraz?  

Yargıdaki paralel mensuplarının terör örgütü mensuplarıyla ilgili kararları mesela. Örnekleri vermeyeyim yargıyla alakalı olduğu için ama mesela, çok önemli bir olayla ilgili yakalanan bir terör mensubu mahkemede salıveriliyor. Nöbetçi mahkeme tutukluyor, başka bir hakim salıveriyor. Normal vatandaşlar arasında olanlardan bahsetmiyorum, kamuda olanlar dehşet veren şeyler. 

Hem PKK ile, hem paralelle mücadeleyi zorlaştıran, umut kıran şeyler değil mi bunlar?

Umut kırmaz ama bu kadar ileri şeyler olması üzücü. Devletiz hükümetiz, hukuk içinde yapıyorsunuz ne yaparsanız ama sorduğunuz için söylüyorum ama 1 Kasım’da da o paralel-PKK işbirliği en ileri şekilde gelişti yani.

GÜVEN DUYGUSU ÇOK DERİNDEN SARSILDI

Son iki buçuk yılda masada konuşulanla sahada olup biten arasında makasın kapanmadığı bilakis açıldığı anlaşıldı. Bu sürede güven ne kadar sarsıldı?

Sözlerinde durmadılar. Hükümetin, devletin yürüttüğü çok önemli çaba, onlar sözlerinde durmayınca dolaba kaldırıldı. Güven de sarsıldı. Ki bu işlerde güven çok önemlidir. O güvenin yeniden kazanılması? Bu biraz zaman ve çok ciddi çaba icap eder. Ben o güven sarsılmasının çok derinlerde olduğunu görüyorum. Bu benim için de geçerli. Bu konuda çaba sarf edenlerden birisiyim. Genel olarak arkadaşlarımız için de geçerli, toplum için de.

OPERASYONLAR DEVAM EDER

AB uyum yasaları çerçevesinde atılan adımlar, demokratik açılım, Habur süreci, Oslo süreci, Milli Birlik ve Kardeşlik süreci ve son olarak Çözüm Süreci. AK Parti iktidarları döneminde Kürt meselesi ve terörün sonlandırılması için evre evre bir politik süreç yürütüldü. Çözüm süreci bitti ve yeni dönemde o mekanizmadaki aktörlerin yani Öcalan, Kandil ve HDP’nin muhatap alınmayacağı, toplum kesimlerinin muhatap alınacağı ifade edildi. Tüm bu süreçlerin içinde bilfiil bulunmuş biri olarak söyler misiniz; yeni dönem nasıl olabilir, olmalı?

Tabi çok zor bir zamanda yapıyoruz bu mülakatı sizinle. Seçim yapıldı, hükümet kurulma arefesindeyiz. Halıyla hükümet programı henüz yok. Gerçi bizim seçim beyannamemiz hükümet programı için zemin olur genelde. Dolayısıyla şu an için beyannamedeki ifadeler ve Sayın Başbakanımızın, Cumhurbaşkanımızın, bazı arkadaşlarımızın ifadeleri olsa da bu konuda somut bir şey söylemek için hükümet programını beklemek lazım. Hükümetimizi rahatsız edecek bir şey söylemekten de imtina ederim ayrıca ama genel olarak şu söylenebilir belki.
Bir defa güvenlik tedbirleri, operasyonlar olmazsa olmaz. Çünkü bölgede herkes memnun ve talep ediyor. Rahatsızlık yok normal vatandaşlar arasında, “aman ha devam etsin” diyorlar. Bölgede de, Türkiye genelinde de. Zaten güvenlik, bir devletin görevidir. Sınırınızın içi tamamen güvenli hale gelene kadar, hatta eğer içeriye müdahale eden dışarısı varsa, oraya müdahale de dahil olmak üzere operasyonları sürdüreceksiniz. Güvenlik tam olarak sağlanacak. Ülkenizin her köşesi güvenli olacak. Hiç bir vatandaşımız, bir başkasının tehdidinden baskısından korkmayacak. Dolayısıyla güvenlikle ilgili en ufak bir tereddüt dahi olmamalı.

ÖNCE GÜVENLİK GELİR

Ondan sonra ne olmalı?

1 Kasım seçimi çok yeni bir durumu daha ortaya çıkardı. 7 Haziranla kıyas edince özellikle bize büyük bir imkan verdi. AK Parti tekrar tek başına iktidar oldu ve bölgede de tekrar oyunu artırdı. Kürt vatandaşlarımızın daha fazla oyunu aldık bu seçimde. Bölgeden temsilimizi de arttırdık. Diyelim ki Van’da, oyumuzu 7 Haziran’a göre yüzde 51 artırdık. Çok önemli. Tekrar bir dönüş var. Bir yandan güvenlik tedbirleri sürerken, bir yandan bu dönüşü iyi okumak ve bölgeye dönük çalışmalar geliştirmek gerekiyor yeni dönemde. Şahsen Van milletvekili olarak en çok buna kafa yoruyorum.

BÖLGEYİ HIZLA NORMALLEŞTİRMEK GEREK

Ne tür çalışmalardan bahsediyorsunuz?

Ekonomi, gençlerin istihdamı, eğitimİ, hem dini eğitim, hem genel eğitimin kalitesinin artırılması, sınır kapıları… Bölgeyi çok değiştirecek şeyler. Bütün bunlara kafa yoruyoruz. İnsanlara yeniden umut vereceksin. Normalleşen hayatı çok hızlı şekilde desteklememiz gerekiyor. Bu dönem belki politikalarımızın odağına bunları almak gerekiyor. Ve o bölgeyi daha fazla kazanmamız gerekiyor.

Tüm bu işler yeni dönemin çözüm sürecidir diyorsunuz?

Çözüm sürecinin parçasıdır. Daha önce de biz bunları hep düşündük ve hep yaptık. Ama son dönemde çok kritik yeni bir durum yaşadık. 7 Haziran’da bölgede desteğimiz, oylarımız, temsilimiz azaldı. Türkiye genelinde bir rüzgar oldu HDP’nin baraj meselesi ama o rüzgar geldi geçti. Onlar tekrar oldukları yerde kendi kimlikleriyle kaldılar. Terörle irtibatlı bir kimlik bu. Dolayısıyla tekrar AK Parti’ye bir dönüş oldu. AK Parti bölgede her zaman çok iyi temsil edilmiştir. Bunları iyi okuyarak yeni politikalar geliştirmeliyiz.

PKK MESELESİ SURİYE İLE ÇOK İLGİLİ

Türkiye’de PKK ile ilgili durum Suriye’deki duruma mı bağlı?

Bu konuda ileri ifadeler kullanmak zor. G20’de konuşulacak, öyle zannediyorum ileri kararlar da alınacak (G20 bilindiği gibi Cumartesi-Pazar günleri Antalya’da yapıldı, biz röportajı Cuma günü yaptık. F.Ö.) Suriye ile ilgili iki şey, 1) güvenli bölge 2) kara harekatı gibi gelişmeler olabilir. Ama sorunuzun esasına geçersek; evet haklısınız. Suriye ile PKK’nın Suriye’nin kuzeyindeki varlığıyla buradaki durum çok irtibatlı. Birbirini çok etkiliyor. Ama ben kendi içlerinde, hem HDP’nin, parti kesiminin hem bölgede Kürt aydınlarının ve vatandaşlarımızın çok geniş muhasebeler yaptığını zannediyorum. Türkiye yeniden bir istikrarlı döneme giriyor. Çok hızlı adımlar atacak. Ülke bütünlüğü, çoğulcu ve özgürlükçü yapısı içinde çözülmesi lazım bu sorunların. Terörle varılacak bir yer olmadığını herhalde artık onlar da görüyorlardır.

DEMOKRATİK ADIMLAR BİZİM KARARIMIZ

Terör boyutunu, ekonomik boyutunu konuştuk. Demokratikleşme boyutunu da konuşalım.

Çözüm sürecinin en somut hedefi; sınır dışına çıkma, silah bırakma, onların eve dönüşünü sağlama ve siyaseti güçlendirme idi. Uluslararası alanda bunun pek çok örnekleri var. Türkiye de bunu yapmak istedi, olmadı. Ama AK Parti’nin kurulduğu günden beri savunduğu ve yaptığı işin bir de demokratikleşme boyutu var. Ana dil, Kürtçe siyasi propaganda hakkı, Kürtçe savunma hakkı ya da kamuda kıyafet özgürlüğü... AK Parti dönemi bu alanların rahatlatıldığı, tabuların bitirildiği dönem. Türkiye’nin demokratikleştirilmesi, vatandaşlarının hak ve hukukun iadesi, geçmişte yapılan haksızlıkların giderilmesi ve terörün istismar ettiği zeminin kurutulması çözüm süreciyle irtibatlıdır. Ama asla şöyle bir şey asla olmadı. Demokratikleşme adımlarını atarken birileriyle bunu görüşme, orada sanki bir pazarlık olması asla böyle bir şey söz konusu değil. Bunu demokratikleşme paketlerini koordine eden kişi olarak söylüyorum. Demokratikleşme adımlarını kendimiz inandığımız için ve kendimiz planlayarak yaptık. Bir sıra içinde yaptık.

SOSYAL DEĞİŞİMİ BİLİNÇLİ YÖNETTİK

Neye göre bir sıralama bu?

Sosyal değişmeyi yönetmek ciddi bir iştir, ayrıca bir planlama gerektirir. En sonda yapılacağı en başa alamazsınız. Böyle bir planlama içinde demokratikleşme ile adımları bizim kendi öz adımlarımızdır. Buna inanmayanlar AK Parti’nin 2001’deki kuruluştaki parti programını alıp okuyabilirler. Biz bunlara ta o zaman karar verdik. Hatta bunlar içinde en gecikenlerden birisi kamudaki kılık kıyafet özgürlüğüdür. En son 2013’ün sonundaki demokratikleşme paketimizde yer aldı. En önce bunu yapmadık.

KAMUDA KIYAFET ÖZGÜRLÜĞÜ SONA KALDI

Üstelik kendi seçmeninizden tabanınızdan eleştiri de aldınız. Niye en sona bıraktınız?  

Evet eleştirildik. Ama her şey gibi bunun da siyasi algılarla bütünleşmesi ve bu açıdan planlanmaması gerekiyordu. Toplumsal değişimi yönetmek farklı bir planlama gerektirir. Biz bunu sosyolojide bir ders olarak okuturuz. Toplumsal değişimin yönetimi kendi başına bir metodoloji gerektirir.

BÖLGE HALKI MUHATAP ALINMAK İSTİYOR

Yeni dönemde milli birlik ve kardeşlik projesi kapsamında İmralı, Kandil ve HDP değil toplum kesimleri muhatap alınacak deniyor. Burada sosyal değişimin nasıl yönetilecek?

Kürtlerle ilgili meselelerde sırf HDP ve örgüt kesimi muhatap alınıyor, başkaları alınmıyor ve sanki bu işlerin sahibi, Kürtlerin temsilcisi onlar gibi algılanıyor diye bir şikayet ve talep var bölgede. Biz aslında herkesi hep muhatap aldık. Kendi içimizde de bölgeden temsilcilerimiz var. Bölgedeki STK toplantılarında herkesle görüştük, görüşüyoruz. Hepsini her toplantıya davet ettik dinledik. Ama çözüm sürecinin hedefi noktasal olarak silahın bırakılması olduğuna göre orada muhatabın kim olacağı bellidir. Yine de son zamanlarda terörün bitirilmesi konusunda diğer kesimlerle görüşme konusunda bir talep var ve böyle bir görüş gelişiyor. Bunun olmasında hiçbir sakınca yok. Olabilir. Bölgede tüm kesimlerin en güçlü temsil edildiği platformların geliştirilmesinde de ben fayda görürüm. Ama iki şeyi birbirine karıştırmamak gerekir. Silah bıraktırma ve eve dönüş söz konusu olduğunda kaçınılmaz olarak elbette o kesimle muhatap olursunuz.

“AL BAŞKANLIĞI, VER SÜRECİ” TAM BİR SAÇMALIK

Şimdi yeniden ısrarla gündeme taşınan bir tez var malum: Sanki HDP “seni başkan yaptırmayacağız” mottosuyla sınırlı siyaset yapmıyormuş ya da yeni hükümet icraatlarını istediği takvim ve yöntemle yürütme iradesine sahip değilmiş gibi. Deniyor ki “al başkanlığı, ver çözüm sürecini”?

Çok gerçek dışı, çok anlamsız bir şey. Hiç ciddiye almıyorum. Ama yeri gelmişken şunu ifade edeyim: HDP çevreleri son zamanlarda “çözüm süreci yeniden başlasın” diyorlar. Onlar önce kendileri inandırıcı bir tutum takınsınlar. Çözüm sürecinin sahibi hükümettir, AK Parti’dir. Bundan sonra da ülkenin tüm sorunlarıyla ilgili hükümetimiz partimiz gerekeni yapar. Vatandaşımızın ülkemizin güvenliği önceliklidir. Bölgede hiç kimse bir diğerinin üzerinde baskı kurmamalı, en ufak bir endişe dahi olmamalı. O ortam sağlanana kadar operasyonlar devam etmeli, eder.

7 HAZİRAN SONUÇLARI BALDIRAN ZEHRİ MİYDİ?

7 Haziran’da AK Parti ülke genelinde 9 puan kaybetti, bölgede dramatik bir oy kaybı yaşadı. Süreç başladığında Erdoğan “bu sorunu çözmek için gerekirse baldıran zehri içerim” demişti. Dünyadaki örneklerde de biliyoruz ki bu tür zor süreçlerde elini ateşe uzatanın canı yanar. IRA sürecinde mesela, Hayırlı Cuma’ya imza atan partiler sandıktan çıkamadılar. Bu anlamda 7 Haziran sonuçlarını çözüm sürecinin bedeli olarak değerlendirir misiniz?

Ben bedel olarak görmüyorum. Doğrudur, başta Tayyip Bey olmak üzere bu işin içinde olanlar sert eleştirilere maruz kaldık. Onun için şu iki kavramı özellikle kullanıyorum. Çok cesaret gösterdik ve siyaseten çok risk aldık. Ama biz toplumu sonunda inandırdık, ikna ettik. Bu manada toplumdan tepki almadık. Demokratik açılımı yürüttüğümüz üstelik Habur gibi hiç istenmeyen gelişmelerin de olduğu bir süreç sonunda biz 2011’de yüzde 50 oy aldık. Ben Kırıkkale milletvekili olarak, oradan çok güzel oy aldım, 3-0’dı seçim sonuçları. Halkımız vatandaşımız bize güveniyor. Bölgedeki oy kaybıyla ilgili çok etken var ama kısaca söylemek gerekirse, HDP’nin baraj geçmesi meselesi en önemli husustur. Orada AK Parti ve HDP dışında parti olmadığı için, HDP de barajı hedef koyunca sonuç öyle oldu. Türkiye genelinde oy kaybında etkili olan konular orada da ayrıca etkili oldu ama bölgede kırsal kesimde gördük ki büyük bir baskı ve sandıklarda hileler olmuş.

VAN BÖLGENİN YILDIZI OLACAK

Artık Van’a geçelim. Niye Van’dan aday oldunuz? Kendi memleketinizden değil de bölgeden aday olacaksanız bile bu ilin Diyarbakır olmasını beklerdik. Diyarbakır sonuçta HDP-PKK siyasetinin kalesi olarak konumlandırılıyor ve sadece Türkiye’deki Kürt nüfus için değil, sınır dışındaki Kürtler için de başka anlamlar yükleniyor?

Bir defa, partim beni Van’dan aday gösterdi. Son gün, süre bitiminden iki saat önce öğrendim. Başbakanımız beni aradı ve “seni Van’a gönderiyoruz” dedi. Hatta “seni sefere gönderiyoruz” dedi. Daha sonra konuştuk tabi. Bir defa Van depremi olduğunda Van’da bir yıl kaldım, yaraları sarmak için çalıştım. Deprem sonrası organizasyon çok başarılı bir çalışma oldu, dünyada örnek gösterildik. BM model aldı bu çalışmamızı. Van’da belediye seçimlerinde de adım zikredilmişti.
Bunların dışında ben doğrusu bölge ile ilgili çalışmalarda Van’ı çok sağlam bir zemin olarak görüyorum. Van’da büyük bir oy desteği oldu ama asıl potansiyeli sadece bu oy yansıtmıyor. Atmosferi ve potansiyeli biliyoruz. Van merkezli başlatılacak iyi politikalarla çok geniş bir çevre etkilenebilir. Ağrı, Muş, Siirt, Bitlis, Hakkari, Şırnak hepsi Van’ın hinterlandıdır. Oradan güney doğu Anadolu’ya da sirayet eder. Van’ı pozitif gelişmeler için, model çalışmalar için merkez almak lazım. Buna çok kafa yoruyorum şu anda. İnşallah bu dönemde hükümetimizin önünü de bu önerilerimi götüreceğim. Başbakanımız Van’a geldiğinde de gördü bunu.

DİYARBAKIR VAN’A BAKAR

Van, Diyarbakır’ın alternatifi mi olacak? 

Diyarbakır bu konularda çok kemikleşmiş bir yer oldu. Oradan geri dönüşü hızlandırmanın kolay olacağını düşünmüyorum. Van’dan dönüşün hızlandırılacağını, çok etkili yürüyeceğini düşünüyorum. İran’a açılan çok verimli sınır kapıları var orada. Van’ın coğrafyası harika. Müthiş bir tarih ve medeniyet birikimi var. 1700 rakımda bir denizi var. Edremit’ten Van’a bakışı var. Muhteşem bir iklimi var. Şimdi gidin mesela Van’a, Akdeniz iklimidir. Toprağı verimlidir. Meyvesi sebzesi Akdeniz gibidir. Süphan Dağı var, Erek Dağı var. Ekonomik potansiyeli çok güçlüdür. Ben çok memnunum Van milletvekili olmaktan. Çok heyecanlıyım. Çok çalıştık, çalışıyoruz. Biz Van’da ilk defa, sadece Van’a ait bir seçim beyannamesi yayınladık. Van ortak akıl platformu oluşturuyoruz, kamu ve özeli bir araya getiriyoruz. Kimseyi dışlamayacağız, HDP dahil. Siyasi hayatımın son döneminde Van’dan başlayarak ekonomi eğitim başta olmak üzere bölgedeki normalleşmede faydalı olursam eğer Rabbime şükredeceğim.