08 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Cahit Külebi'nin köyünü basan eşkıyalar kimlerdi?

'Külebi’nin köyünü basan eşkıya her ne kadar Ali Çavuş gibi gözükse de, Ali Çavuş bir zihniyetin temsiliyetini üstlenen basit bir köylüdür. Ali Çavuş namlı eşkıyalar her çağda güçten yana olan ve gücün zulmüne yaslanıp parsayı toplayanlar olarak hâlâ aramızda dolaşmaktalar.'

Cahit Külebi'nin köyünü basan eşkıyalar kimlerdi?
A+ A-
KAAN EMİNOĞLU

Cahit Külebi, Türk şiirinin yüksek kültürle tanışıp yerel duygu yükünü kaybetmemiş hisli şairi. Anadolu coğrafyasının kültür bileşiminin canlı vesikası. İlk yaşantılarının hatıralarını hiç kaybetmemiş bir hatıra koleksiyoncusu da denilebilir onun için. Şiir yüklü Anadolu, dalından koparılmış bir yaprak hüznü, acı bir tebessümün işlendiği bir yüzü karşılar zihnimdeki yerini. Şiirine gelecek olursak: Kırılgan bir umutsuzluğun, lirik bir savrukluğun sonucu; sezgisel bir yaşamla varolmuş gerçekçi ustalığın sentezidir onun şiiri. Varoluşunu geçmişin tozlu raflarında bulduğu “hikâye”lerle ören bir canlı hatıra defteridir bir nevi.

Başlangıçların değil bitişlerin şairidir Külebi. Anadoluculuk fikrinde en ufak bir virgüle rastlanmaz. Kesin çözümleri vardır. Köylere ışık olunursa oradan çıkan aydınlanmış gençler yurtlarının gelişimi için mücadele ederler. O yüzden köylere, ışık bekleyen köy çocuklarına kandil olmak gerekir. Belki de Cemal Süreya’nın “Hiçbir şair şiiri bitirmeyi Cahit Külebi gibi bilemez.” demesi bundandır. Şiir, onun düşüncesinin bir yansıması, hayatı algılayış tarzının bir dışavurumu değil miydi? Öyleyse şiirdeki bitirişler, düşüncedeki sonuçların yansıması olabilirdi pekâlâ.  

Şairler benim zihnimde hep şiirleriyle ya da mısralarıyla özdeşleşip canlanır. Attilâ İlhan denilince aklıma ilk olarak ben sana mecburum bilemezsin dizesiyle Kaptan şiirinin gelmesi de Nâzım Hikmet’in ismini duyduğum an dilime “Ben yanmasan/sen yanmasan/biz yanmasak,/nasıl/çıkar/karan-/-lıklar/aydın-/-lığa..” mısralarının gelmesi de Nâzım Hikmet=Kuvayi Milliye Destanı eşitliğini kurmam da bundandır. Bana göre, eğer bir şair yurdunun insanının zihnine unutulmaz bir dize bırakabilmişse o iyi bir şairdir. Eğer bir şair yurdunun insanının zihnine bir şiirini nakşedebilmişse o büyük şairdir. Bu yazının esas konusunu teşkil eden şair olan Cahit Külebi ismi benim zihnimde Atatürk’e Ağıt şiirindeki “Savaştepe köprüsünden geçen tirenler/Sel olur İzmire akar./İzmirin denizi kız, kızı deniz/Sokakları hem kız hem deniz kokar.” mısraları ve başyapıt diye nitelendirebileceğim Hikâye şiiriyle canlanır. Zihnimde bu kadar kuvvetli bir şekilde var olduğuna göre Külebi, Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biri olmayı da başarmış demektir.  

Şiirler vardır, hoş bir ses olarak kulaklarda canlanır. Bazıları içinde barındırdığı anlam karmaşasına rağmen estetik bir haz uyandırır, bazıları ise bilinmezliğin kapılarını araladıkça merak duygumuzu daha da cezbeder. Külebi’nin Hikâye şiiri de tam olarak bu merak duygusunu cezbeden bir estetiğin ürünü olarak canlanıyor zihnimde. Şiir aslında çocukluk yıllarının işlendiği bir geçmişe yolculuk lirizmi. Şair, geçmiş yaşantılarını şiirle hikâye ettiği için şiirin ismini Hikâye olarak seçmiş olmalı. Bu yüzden şiirde anlatılan hikâyenin parçalarını şairin hayatının içinde bulmamız olası. Tam bu noktada devreye şairin düz yazı kitabı olan İçi Sevda Dolu Yolculuk giriyor. Kitap, şiirdeki sır perdelerini aralamakla kalmıyor, Külebi’nin düşünce dünyasına da ışık tutuyor. Şairin düz yazısının da şiire dâhil olduğu gerçeği bu yazıda daha da belirginleşiyor. Benim açımdan bakacak olursak şiirin en gizemli mısraları şunlar oluyor: “Benim doğduğum köyleri/Akşamları eşkıyalar basardı./Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem/Konuş biraz!” Kimdir Külebi’nin doğduğu köyleri basan bu eşkıyalar? Erzurum’dan Tokat’a göç eden bir ailenin çocuğu olan Külebi’nin tertemiz Anadolu kokan mısralarından bu sorunun cevabını edinemiyoruz. Ancak içi sevda yolculuğunu anlattığı kitabında bu sorumuza net bir cevap verir şair. Bahsettiği eşkıya yakından tanıdığı bir sima olan Ali Çavuş’tur. Bu noktadan sonra Ali Çavuş’un kim olduğuna şairin kaleminden bakmak daha doğru olacaktır: “Ali Çavuş, Çavuşluk şanını herhalde askerlikte kazanmıştı. Ama Kurtuluş Savaşı sırasında Niksar, Reşadiye, Almus dolaylarında eşkıyalık etmiş. Tokat, Çorum, Amasya, Yozgat yörelerinde eşkıyaya ‘çete’ derler. Eşkıya sözcüğünü halkımızın yadsıması normaldir. Vedat Günyol bir yazısında Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’ya ailece gelirlerken eşkıyanın kendilerini soyması korkusundan söz ederken, ‘…kimi sevdiği kızı alamamış, kimi ağa zulmünden dağa çıkmış…’ der. Kanımca Yaşar Kemal’in de eşkıya anlayışı yer yer yanlıştır.”1 Alıntının bir köylünün yaşam hikâyesiyle başlayıp eşkıya eleştirisi ile son bulur. Bu normal bir durumdur. Ancak son cümlede yer alan Yaşar Kemal eleştirisi durumu daha da ilginç hâle getirir. Yaşar Kemal romanlarında kutsanan ve sadece ağalar için birer korku öznesi olarak resmedilen eşkıyalar gerçekte masum insanlar için de birer korku öznesidir. Cahit Külebi’nin gördüğü eşkıyalar Yaşar Kemal romanlarında olduğu gibi adaleti sağlamak için dağa çıkıp yol kesen hırsızlar değildirler. Onlar kendilerini düzenin dışına atan sebepleri bahane gösterip fakir fukaranın canına, malına ve namusuna göz diken haydutlardır. Bu yönleriyle Yaşar Kemal’in eşkıyaları ile Cahit Külebi’nin eşkıyaları taban tabana zıttır. Üstelik Külebi’ye göre Kemal’in eşkıyaları halk nezdinde algınan eşkıyalık olgusundan çok uzak âdeta ütopik bir kutsallık atfedilmiş “soylu” eşkıyalığa örnektir. Bu yönüyle gerçekçi değil, gerçeğin tam karşısında yer alan bir konumdadır.             

Ali Çavuş, Cahit Külebi’nin zihninde olumsuz bir imgeyi çağrıştıran bir eşkıya olmasının yanı sıra başka anlamları da karşılayan ilginç bir kişiliktir. Onun yaşamı, yaşadığı çağın şartlarına uyum sağlayabilme ve her şartta kazanan tarafta olma becerisi Külebi’nin gözlem gücünde kendisine yer edinmiştir: “Daha sonra Niksar’dan göçtük. Her gelenden Ali Çavuş ne yapıyor, diye sorardım. Bir soruşumda beş katlı apartman yaptırdığını, Demokrat Parti’nin Niksar İl Başkanlığına seçildiğini öğrendim. Aradan yıllar geçti. Adalet Partisi döneminde muska yazıp büyü yapmaya başladığını söylediler. En son sorduğumda, ‘öldü’ dediler. Merak edip duruyorum. Sağ olsaydı şimdilerde tekke açar, herhalde izdeşler yetiştirirdi. Zamana uymasını bilen, canlı bir adamdı.”2 Külebi’den aktardığımız bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere Külebi bu lirik ve bireyci hislerin ağır bastığı izlenimi veren şiirinde dahi toplumcu izleği olan bir eleştiriyi ustalıkla kullanmayı başarmıştır. Kendi kişisel hikâyesinde eşkıyalık yapan bir asker kaçağının çağın ruhuna uygun şekilde kendisine getirisi olacak her şekle her renge ustalıkla girişini tüm canlılığıyla gözler önüne sermiştir. Külebi’nin köyünü basan eşkıya her ne kadar Ali Çavuş gibi gözükse de Ali Çavuş bir zihniyetin temsiliyetini üstlenen basit bir köylüdür. Ali Çavuş namlı eşkıyalar her çağda güçten yana olan ve gücün zulmüne yaslanıp parsayı toplayanlar olarak hâlâ aramızda dolaşmaktalar. Onları çıktıkları haber kanallarında, yazdıkları gazete köşelerinde, aldıkları edebiyat ödüllerinde ve katıldıkları sözde edebiyat etkinliklerinde görmeye devam ediyoruz. Görüntü değişse de bu kişilerin çağın kazananı olmak adına şekil değiştirme yetenekleri devam edeceği için de isimlerin değişmeyeceğini, köylerimizi basan bu şekil değiştirmiş eşkıyaların toplum ve kültür hayatımızı yağmalamaya devam edeceğini söyleyebiliriz. Bundan sonra bize düşense Külebi’nin Hikâye’sinde dediği: “Anlat biraz!” işlevini görmekten çok da öteye gidemeyecektir.

1) Cahit Külebi, İçi Sevda Dolu Yolculuk, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1988, Sayfa: 19.

2) A.g.e. s.20-21.

Son Dakika Haberleri cahit külebi eşkiya