Academia.eduAcademia.edu
Kürşat Bumin 1947-2018( Yazar, Gazeteci ve Akademisyen. Politik Eğilim’i “Komünizm’e yakın Solcu” olarak başlayan, 2.Cumhuriyetciler’le süren... Rasyonalist. “Göze batmadan İslamcılar’ı en çok eleştiren Adamlar’dan. AKP’nin Oluşumu’ndan “Ton Ton Liberal”1 Öğretmenler’den. Âile’si Baba’sı Tokatlı Öğretmen Süleyman Bumin. Ülkücü. 1934 de adlığı Bumin Soyad’ı, Oğlu’na seçtiği Kürşad Adı’yla bir Nasyon-zede Kuşak2. Çıkardığı Anavatan Gazetesi İlk Milliyetçi Mecmualar’dan biriydi. “Orta Anadolu’nun Başbuğu” Adı’yla anılıyordu. Türkeş’in bile henüz Genç bir Subay olarak yargılandığı Irkçılık-Turancılık Dâwâsı’ndan itibaren Ülkücü Hareket’in Öncü İsimleri’nden biri. Tewlid’i: 1947’de( İsmet Özel’den 3 sene sonra) Sivas Yıldızeli’nde doğdu. Türkiye’nin Amerika ile Stratejik Ortaklık Anlaşma’sı imzaladığı, 2.Dünya Savaş’ı Sonrası , Henüz İnönü Yıllar’ı. Baba, Oğlu’na Uğru’na yargılandığı Dâwa Arkadaş’ı Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü’nden Kürşat Adı’nı verdi. Sabiye-Rüşdiye: 1950 Abdullah Gül doğdu. 1954 Tayyib Erdoğan doğdu. 1959 Ahmet Davudoğlu doğdu. “Kendi Çapları’nda kurdukları Müzik Grubu’na Üyeliği’ni Baba’sı Süleyman Bumin bir türlü hazmededi. Bir Gün bir Prova Esnası’nda çıkageldi ve bağıra bağıra tavır koydu: -Ben Çalgıcı Baba’sı olmak istemiyorum Kürşaat! O Âlet’i (Melodika) sokturma bi yerine!” 60 Darbesi olduğunda 13 Yaşları’nda.. 1963 de Siyasal Bilgiler Fakultesi’ne başladığında İsmet Özel kendisini Sosyalist Dünya Görüşü içinde tanımladı.7 Aralık 1963e’te TİP’e Üye oldu. 1966 da sonradan Ad’ı Dev_Genç olarak değiştirilecek olan Fikir Kulubler’i Federasyonu’nun Kurucular’ı arasında yer aldı. 1970’de Halkın Dostlar’ı onun Yönetimi’nde çıktı. Ankara Felsefe: Paris’te başlayan Öğrenci Olayları’nın Türkiye’yi de sardığı 1968’de girdiği Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakülte’si (DTCF3) Felsefe Bölümü’nden 1972 de Mezun oldu. İsmet Özel’in Hacettepe’de Fransız Dili ve Edebiyatı Okuma’ya başladığı Yıl (1972-1977) . 71 Muhtırası, Asılan Devrimci Gençler onun Öğrenci Yılları’nın Kronoloji’si.. “Orta Anadolu’nun Başbuğu”nun4 hiç hoşuna gitmeyen bir yoldan giderek Babası’nın Hil+afı’na Solcu oldu. Dil ve Tarih Mustafa Kemal Cumhuriyeti’nde 1932’lerde kurumlaştı. Bumin’in Coğrafya’sı Ankara sonrası Paris (İzmir, İstanbul) da şekillenecek. Paris: 1972-1980 de Paris’te Siyaset Felsefesi üzerin’e çalıştı. Dönüşüm’ü Evrim’i üzerinde Klavuzluk Misyon’u oynamaya koyulacağı Milli Görüş İslamcılığı 1972’de Türk Siyâseti’ne girdiği 70li Yıllar’da İqtidar’ın bir Parçası olacaktır. Darbe Gerekçesi’nde onunda anıldığı 1980 Türkiye’sine dönecek Paris’ten. 1978’ge geldiği Fransa’dan, 1979 Başları’nda Devrim Önder’i olarak Tahran’a dönen İhtiyar’ın Paris’inden.. Sivil Toplum’u kavramış Avrupa Solu’nun Paris’inden. Modernizm’in, Pozitivizm’in Postları’na evrildiği bir Paris’ten… Artık “Yeni Jön Tükler”in bambaşka nir Misyon’u olmalıydı Türkiye’de.. “Türkiye’de Sol’un ve Stalinizm’in yükseldiği 1972 ile 1980 arası Dönem’i, Prag’ı kana bulayan Sovyet Tankları sonrası Stalinist Sol’un yerden yere vurulduğu Avrupa’da ve Fransa’da geçirdi5. “ 1974’de 30 Yaşı’nda İsmet Özel’in Siyasal Bilgiler Mezun’u Sezai Karakoç’un Dirilişi’nde Amentü Şiir’i yayınlandı. Evlilik: 46 Doğumlu kendisi gibi Sivaslı olan Tülin Bumin ile 6 evlendi. Kendisi gibi Sorbon’da Doktora yapacak. Felsefe ile yoğrulan Ev’de doğan Oğulları’na Kerem 7 Adı’nı verdiler. Sivil Toplum ve Dewlet: 1981’de yayınlandı. Kitab’ı Okuyanlar’dan biri Bayramoğlu8. “1981’de döndüğü Türkiye artık Dewlet’in Tankı’yla Tüfeği’yle Toplum’u ezdiği bir Türkiye’ydi. O Yıl, Türkiye’de Adı’nı çok az İnsan’ın bilip, Qıymeti’ni Teslim ettiği Sivil Toplum Kavram’ı üzerine yazılmış ilk Kitap olan Sivil Toplum ve Dewlet i yazdı. En Sert Eleştirileri de hâla Devrim’le Dewlet’i Ele Geçirme Hayalleri’nden wazgeçmemiş, Sivil Toplum’u, “Amerikancılık ve revizyonizm” olarak gören Sol Çevreler’den aldı. 9 “ Sonraki Yıllar’da TÜSİAD, TOBB, Barolar Birliği gibi Üye olmanın Zorunlu olduğu Kurumlar’ın Sivil Toplum Kuruluş’u sayılamayacağını savundu. Batı’da Dewlet ve Çocuk: 1983’de yayınlandı. “Eğitim Öğretim Sistemi’ni Okul Sorunu’nun Özü’ne inerek tartışabilmenin kurumsal anahtarlarını sunuyor. Bir Klasik sayılabilecek Kitabı’nda “Din Dewlet Âile Sivil Toplum” Ekseni’nde oluşan bu Tartışma’nın Batı’daki Gelişimi’ni Kurumsal Çeşitliliği’yle ortaya koyuyor. Bumin’in, Ülkemiz’de, böyle bir Tartışma Ortamı’ndan Yoksun Biçim’de süregiden Eğitim Kısır Döngüsü’nü, “Dewlet ve İdeolojik Aygıtları” Bağlamı’nda irdelediği, "Okulumuz, Resmi İdeolojimiz ve Politika’ya Övgü" Adlı Kitab’ı daha önce Patika’dan çıktı.10” Çok az Kimse’nin Dewlet’in İdeolojik Aygıtlar’ı, Okul İqtidar İlişkileri üzerine düşündüğü Zamanlar’da çıktı. Demokrasi Arayışı’nda Kent: 1986’da yayınlandı. “Gramsci’den bu yana sıkça yinelendiği gibi "Doğu’da Dewlet Herşey’dir". "Bir Şey" değil, ama konuşmayan, her Taraf’ı ve Herşey’i kaplamış, ettikleriyle "Mesut ve Bahtiyar", Suskun bir "Herşey". Batı’da Dewlet "Ev"i ve "Şehir"i kurarken Eylemi’nin yanında bir Sürü de Laf etmişken bizde tamamen Farqlı olarak İnsanlar’ın "Yuvası’nı yapmak" için Bildik Yöntemler’le yetinmiş. Bumin bu Çalışması’nda, "Wekâlet" Demokrasisi’ne karşı "Katılım" Demokrasisi’ni savunan "Yurttaş Kentliler"in Ulaşım, Sağlık, Eğitim, Kültür, Tüketim vb. Konular kadar Kent’in kendisinin de düzenlenmesi’ne katılarak "Merkezî Yönetimler"e karşı "Karşı İqtidarlar" kurmalarını öneriyor. Farqlı İnsanlar’ın bir araya gelip birbirlerini ve Çevreleri’ni zenginleştirdikleri; Uygarlığın ve Demokrasi’nin Beşiği olan Kent’e doğuşundan başlayarak geçirdiği Bütün Evreler’e Kuşbakışı değinerek aynı Hesaplaşma’yı da deniyor.11” Zaman’da Anti-Demokratik Kent Modelleri’yle Kitap üzerine 2 Kasım 200712’de kendisi ile yapılmış bir Mülakat var: “Dediğim gibi, bu, Şehir’in Politik ve Felsefi Okuması, ya da Siyâset Felsefe’si Açısı’ndan Okunması. “ Çeşitli Dergiler’de Maqaleler yayınladı. Ege Üniversite’si: 1985-1995 10 Yıl boyunca Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde Öğretim Üyeliği yaptı13. Profesör değil.14 Felsefe’nin Yurdu olan İyonya Toprakları’nda.. Heraklit’in Mantığı’nın 1900ler’de waris’i Hegel’in üzerinde çalışan bi Mubin Âile’si… Glasnostlar’la yeniden Yapaılanan Dünya’ya Târih’in Sonu’na (!) Yol alırken Zaman… 1981’de Doğramacı’nın kurduğu YÖK’ün Ulufe gibi dağıttığı Doçentlik, Profesörlük gibi Unwanları’nı redetti. Tenezzül etmedi. Yurtdışı’nda aldığı Doktora Derecesi’nden sonra, Ege’de verilmeye çalışılan Akademik Unwanlar’a Omuz silkti, umursamadı. "dr.Kürşat Bumin" dışında hiç bir Akademik Unwan yazılmasına İzin vermedi. Türkiye'de ki Eğitim Sistem’i, Sistem’deki Dogmatik Yaklaşımlar’ı Hedef aldı. 4 Yıllık Öğrencisi’nden Tanıklık: rojam “Doktrinel Düşünceler’e Pek Yakın durmaz, hoşlanmaz ama hepsini çok iyi bilir. Kesinlikle İslamcı değildir. Nasıl Ders anlattığını, Felsefe’ye, Siyâset’e nasıl Hâkim olduğunu çok iyi gözlemledik.. Felsefe’yi, Üniversiteler’e sıkışmış bir Entellektüel Tartışma olarak görmez. Hayat’ın ta kendisi olarak görürdü. Felsefî Bakış Açıları’nı “Hayat’ı Anlama’ya çalışırken” kullanabilmemizi geliştirdi. Bütün Siyâsal Sistemleri çok iyi okumuş, Analiz etmiş Önemli bir Felsefeci’dir. Tevwâzu’su ve Zerâfet’i yüksektir. Ünlü ya da Havalı olmayı iplemediğinden; Unvanlar’a, Prezantasyonlar’a girişmedi. Herkes’in baktığı Olgular’a , diğerlerinin göremediklerini görerek bakabilen bir Entelektüel’dir. Dewlet ve Siyâset Kurumu’nun Bilgisi’ne çok Hâkim ve Analizi’ni derinlemesine yapabilen Özel bir Düşün Adamı’dır. Düşünceleri’ni İfâde edişi, "Söz"e Yüksek Hâkimiyet’i ile ; anlayana çok Şey İfâde eder. 1993 te Mezun olmadan önceki Son Dersi’nde , bize 4 Yıl’da kavrayamadığımız Gerçekleri ,1 Saat’te gösterebilmeyi başarmış bir Düşünce Ustası’dır. biz o'nun Dersleri’ni hiç unutmadık. biz Üniversite’yken , dışarıdan çok İnsan gelirdi Dersleri’ni izlemeye. Biz Marksist Öğrencileri’ydik ve ondan çok Şey öğrendik. Sokrates 'in İroni ve Doğurtma Tekniği’ni çok iyi kullanır. Bu Yol’la; bize kendimizi ve İdeolojilerimiz’i kendimizin eleştirmesini sağlardı “ Ekşi Sözlük: “ Ege Üniversite’si Felsefe Bölümü’nün, Ders’i Büyük Zewq’le ve Şewq’le dinlenen Hocaları’ndandı...Ahlâq Felsefe’si Dersi’nde Şahâne bir Alt-üst oluş yaşatırdı Beynimiz’e.. Felsefe’yi güncellestirebilen, Mizâhî bir Uslup’la Felsefî Sistemler’i anlatabilen çok Özel bir Hoca’ydı.. Anlattıklarına katılmasanız, anlamasanız bile kendini Zewq’le dinleten bir Felsefeci’dir. “ "Felsefe okumuş Felsefe’yi anlamaya çalışan biriyim sadece" derdi kendi için, Ege Üniversitesi' ndeyken.” Ege’den Öğrenciler’i Ölüm’nde bir kez daha hatırladılar onu. Vedat Zencir gibi: “Benim için bir çok şeyin İlki’dir Kürşat Hoca. Sivil Toplum ve Dewlet’i okurken Sigara’ya başladım. Onun yüzünden Ege Felsefe’yi seçtim. Ve onun sayesinde biraz Anarşist oldum…15 “ İzmir’in 30 Yıl sonra Darbe Kalkışması ile sonlanacak Kariyeri’nde çok Önemli yer’i olan İmam Gülen’i ve AKP Dönüştücü Muallimleri’nden Ankara-Paris Felsefeci’si Bumin. Bu 10 Yıl’ın Son 2 Yıl’ı Hariç Türkiye’nin Özallı Yıllar’ı.. Neo-Liberal Ekonomi’yi Tanıma Atraksiyonlar’ı.. Neo,Liberalizm’in Târih’in Sonu’nu İlân ettiği, 95’de hala Uygarlıklar Savaşı’nın yaşanmakta olduğunun yazılıp çizildiği… Sovyetler’in , Varşova’nın lağwolduğu, Sol’un Boşluğa yuvarlandığı Yıllar.. Buminler’in, Kürşatlar’ın Turan Ülkeleri’nin Kamusal Görünürlüğe kavuştuğu Yıllar. 1995 ‘Türkiye’nin Birikimi”nin Yeni Sentezler’e, Şafaklar’a Kanat çırpışlar’ı, Aband Platformlar’ı.. Bumin bu İklimler’i soluyor Orta Yaşları’nda. 40 YAŞLAR’I 1987’ler.40 Yaşlar’ı.. Sivas’ın Madımak’ı: Memleketi’nde tutuşan Otel Alevler’i.. 33 Ölüm… Arkası’ndan Başbağlar’da yaşanan 33 Ölüm.. Kamplar’ın bilendiği bir Dönem’den Çatışan Kutuplar Adı^’na yol alanlar’ın dışında Yumuşama Arayışları’nda olan.16 Açık Radyo: Açık Radyo yok iken İzmir'de “Açık Radyo Provaları” yapan Radyoaktif'in, 1993-94 arasında, Cuma hariç Hafta içi her gün 10:30 - 12 arası yayınladığı Jeneriği Miles Davis'in siesta'sından Alıntı olan."Radyoaktif Retorik" Programı’nın Yapımcısı oldu. Bilgi Üniversitesi: Medya ve İletişim Sistemleri Bölümü’nde de Ders verdi. O Yıllar’dan bir Öğrencisi’nin Tanıklığı: “2012 ile 2015 arasında Bilgi Üniversitesi’ndeyken tanıdım Hocam’ı. “Siyaset Felsefe’si” diye bir şeyi ilk ondan duyduğumu hatırlıyorum. “Düşünsel Miras”tı Dersimiz’in Ad’ı. Henüz 20’li Yaşlar’ın Kıyısı’nda bulunan bizleri Etik, Şiddet, Özür, Toplum, Düzen gibi Kelimeler’e ve bu Kavramlar etrafında Düşünme’ye Sewq ederdi. Siyâset Felsefe’si üstüne konuşurken Edebiyât’a uğramayı İhmal etmezdi. Açıklık, Düşünce’de Seyâhat edebilmek için olmazsa olmazdı.17 “ Bilgi İletişim Fakultesi’nde son Ders’i 27 Mayıs 2016’da verdi 18. Milliyet: Köğe Yazarlığı. “1995 Seçimleri’nden 1.Parti çıkan RP’ye Öcü Muamele’si yapılıyordu. Bu Şeytanlaştırma’nın Başı’nı da Medya çekiyordu. Bumin, kendi Mahallesi’ni Karşısı’na alma Pahası’na Kanal 7’de Ahmet Hakan’ın Haber Saati Programları’na Yorumcu olarak çıkıp, Medya’nın bu Haqqaniyetsizlikleri’ni Zarif ama Sivri bir Dil’le eleştirmeye başlamıştı. Herkesin sustuğu, İslamcı bazı İsimler’in bile kendilerini Edebiyât’a, Şiir’e verdikleri bir zaman’da Cesâret’le o günlerin Meşhur Tabiri’yle “Merkez Medya’yı ve Statüko’yu” Karşısı’na alma Pahası’na öne çıkmıştı.19” Yeni Şafak: 1995’de yayınlanmaya başlayan Gazete’de 2 Yıl sonra, 50 Yaşları’nda 28 Şubat Sonrası başlayan 16 Yıl süren Köşe Yazarlığı20. Sonrası’nda 5 Yıl kalacak Hayatı’nda. Artık Dindar 21Profesör diye anılmaktadır.Çoğunu Fehmi Koru’nun22 kanalize ettiği bir Dizi İsim. Gazete’nin Mahalle’nin Dışından ilk Yazarları’ndandı. Orada da hem Köşe yazılarıyla hem de Alper Görmüş’le birlikte hazırladıkları Medyakronik Sayfası’yla Militarist, anti-Demokrat, Taraflı Medya’yı Deşifre etmeye Dewâm ettiler. Henüz herkes bu kadar Hoşgörüsüz değildi. Eleştirileri’nden kendi Gazete’si ve Muhafazakar Gazeteler de Nasibi’ni almaktaydı23.” Bumin-Mahcupyan-Bayramoğlu: TV Program’ı yapıyordu bir yandan da: Yıldıray Uğur“ İlk Televizyon Deneyim’im 1997 deydi. Bumin, Mahçupyan ve Bayramoğlu’nun Dâimi Konuşmacı olduğu, o Hafta Murat Belge’nin ağırlandığı bir Tv Programı’na, Rize’den Soru soran Genç İzleyici olarak Telefon’la bağlanmış, Bölük pörçük ettiğim Laflar yine de Bumin Tarafı’ndan beğenilmişti 24 “ Alper Görmüş 25 ile Medya Kronik Sayfası’nı hazırladı. “Bugün inanması Güç ama Gazete Manşetleri’nin “Taraflı” olduğu için eleştirilebildiği Zamanlar’dı. Medyakronik Sayfası’nda Merkez Medya’nın Yalan Haberleri Deşifre ediliyor, Oklar her Gün Gazeteler’de yapılan Linçler, Yargısız İnfazlar’a yöneltiliyordu. Her Gün Tam Sayfa Medya Eleştirisi’ne yetecek kadar Malzeme vardı; Merkez Medya’nın İqtidar, Sermaye ve Ordu ile İlişkileri, Ertuğrul Özkök’ün Frapan Dil’i, Ankara Temsilcileri’nin Militarizm’i, Siyâsetçiler’le Mesâfesizlikler’i ve Militanlıkları, Lâikler’in Başörtü’sü faşizm’i, Kemalist ve Milliyetçi aşırılıklar, Kürt Meselesi’ne Bakış… Muhafazakârlar’ın Gücü’nü Haqlılık’tan alan Ahlâqî Üstünlüğü’yle, Bumin’in Süqûnet ve Bilgelik’le kurduğu Mizâhi Dil’i birleşmişti. Muhafazakâr Gazeteler’in sayfaları’ndan Muhafazakâr İqtidar’ın eleştirilebildiği, kimsenin bu kadar Alıngan ve Kırılgan olmadığı Zamanlar’dı.26 “ da Medyakronik İnternet: “Sayfa daha sonra Sayfa İnternet’e taşındı. Medyakronik Popüler ve çok tıklanan bir Medya Eleştirisi Site’si Hâli’ne gelmişti. Site, Bumin’in de Hocalık yaptığı Bilgi Üniversitesi Tarafı’ndan Finanse ediliyordu. Bilgi’nin Başörtüsü Yasağı’nı uygulamadığı Aykırı ve Liberal bir Üniversite olduğu günlerdi. Bumin’e Tahammül edilemeyen Medya’da hala yazmaya Dewâm eden, hatta AK Partililer’in Gezileri’nde kendine yer bulabilen bir Köşe Yazarı’nın Tehdit ve İhbar Yazılar’ı, Üniversite’de hem Başörtüsü Yasağı’nı başlattı hem de çokça eleştirildiği Medyakronik Sitesi’ni kapattırdı.27” Okulumuz, Resmi İdeolojimiz ve Politika’ya Övgü 1997 de yayılandı. “Öğretim Sistemi’nin İflas ettiği bir Dönem’de, kendini ya da Çocukları’nı kandırmak istemeyenlerin mutlaka okuması gereken bir Kitap...8 mi,5+3 mü gibi acınacak Sığlık’ta Tartışmalar’la oyalanmak yerine, Okul Sorunu’nun Özü’ne inme Zamanı hala gelmedi mi? Bumin burada, Okulumuz’u, ve Resmî İdeolojimiz’i Karşılıklı Bağlantıları içinde ele alıyor. Özgür Birey ve Düşünce’nin Karşısı’na dikilen Tabular’ı, Strateji ve Politikalar’ı didikliyor. 28“ MedyaKronik 1998 de Ege Üniversitesi’nde verdiği Ders Notları kitaplaştı. “Medya’nın Günlük Hayatımız üzerindeki "Ağırlığı" ve "Kapsama Alan’ı" arttıkça Medya’nın İşleyişi’ni, Çalışma Tarzı’nı sorgulayan; Çarpıklıkları’nı, Bayağılıkları’nı, Dil Bozuklukları’nı eleştiren hatta "Karşı-medya" olarak konumlanan Çalışmalar da arttı. Ancak Bumin´in "Yeni Şafak" da Qaleme aldığı "Medyakronik" Yazıları’nı başka bir Çerçeve’de değerlendirmek gerekiyor. Çünkü Bumin´in Maqaleler’i Yüzeysel ve Kalıplaşmış Medya Eleştirileri’nin çok ötesi’nde. Doğası Gereği "Güncel" olması gereken Yazılar, gerek Felsefî, gerekse Mantıqsal Düzlem’de "Medya Zihni’ni" sorgularken aynı Zaman’da bilgilendiriyor ve niçin Tek Gerçeğin "bize gösterilen" olmadığını, olamayacağını -kimi Zaman Eğlenceli bir Dil’le- açıklıyor. Dolayısıyla Klasik "Medya Eleştiri" Sözleri’yle tanımlanamayacak, Medya’yı, Eleştirme’nin ötesinde Derinlemesi’ne sorgulayıp Kavrama’ya çalışan Yazılar’la karşı karşıyayız. Üstelik Bumin, bir Köşeyazarı’nın, yazdığı Gazete’yle "aynı Fikir’de" olmayabileceğini, Büyüteci’ni kendi Gazetesi’ne de tutabileceğini kanıtlıyor Medyakronik Yazıları’yla...” 29 Bu İsim 2000’de Alper Görmüş, Ümit Kıvanç Site’nin Ad’ı oldu. Site 2002’de kapandı. 30 gibi İsimler’le birlikte kurduğu Huquqsuzluğun Günlüğü 2002’de yayınlandı. “Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası’nda Dewlet’in "Demokratik bir Huquq Dewlet’i" olduğu kayıtlıdır. Ancak gerek Gündelik Hayat’ta Maruz kaldığımız bazı Uygulamalar gerekse Gazete ve Televizyonlar’da rastladığımız bazı Hadiseler, bu İbâre’nin Türkiye’de Kâmil Anlam’da Geçerlilik ve Hâkimiyet kazanmadığını göstermektedir. Kamusal Otorite’nin kendi Otoritesi’ni pekiştirmek için yaptığı bazı Tasarruflar’da "Huquq’un Üstünlüğü" İlkesi’ni gözardı ettiği söylenebilir. Özellikle 28 Şubat Süreci’nde Huquq’un siyasallaştığı hem Huquq Çevreleri’nde hem de Siyâsal Çevreler’de sık sık tartışılan Meseleler’dendi. 28 Şubat Süreci’nin Önemli bir Merhale’si sayılan Refah Partisi’nin kapatılması Dâwâsı’yla ilgili AİHM’in Gerekçeli Qararı’nın Türk Medyası’nda ele alınış Biçimi’nden itibaren bu "Huquqsuzluk Süreci’nin" bir Günlüğü’nü sunuyor Okur’a. Huquq’un ve Siyâset’in iç içe geçtiği bu Dönem’in Medyası’nı günü gününe, Dikkatli ve Eleştirel bir Göz’le okuyup değerlendiren Bumin o Alışık olduğumuz İronik Üslubu’yla bir Dönem’in Panoraması’nı İnce ayrıntıları’yla birlikte ortaya çıkarıyor. Başörtüsü Yasağı Etrafı’ndaki Tartışmalar’dan, Akkise Olayları’na dek Gündelik Hayatımız’daki Huquqsuzluklar’ın bir Arkeoloji’si olan bu Eser böylelikle yaşadığımız Hayat’ta karşılaştığımız ya da karşılaşabileceğimiz Huquq’a Aykırı Uygulamalar’ın Temelleri’ni ortaya koyuyor. Medya, Huquq, Siyâset Üçgeni’ndeki Huquqsuzluklar’ın giderilmesi Demokratik bir Toplum’a Ulaşma’nın en önemli Aracı’dır. "Huquqsuzluğun Günlüğü", Türkiye’de yaşanan Huquqsuzluklar’a İşâret etmenin onları Giderme Yolu’nda bir İlk Adım olduğu İnancı’yla Okur’a sunuluyor.31” Otoriter Demagoji Farqlı ol, Benim gibi ol 2002’de yayınlandı. StV 2004’ler.. Stv’de Ali Bayramoğlu ve Etyen mMahcupyan ile bir Haber Tartışma Programı’nda görüyoruz onu. Sonra Tekrar bu kez tv8de Açık Görüş Adı’yla başladı. İsmet Özel: 4 Ağustos 2003’te “ Bir Zamanlar İsmet Özel vardı” yazısı ile Milli Gazete’den ayrılan Özel, Yeni Şafak’ı da Bumin’e daha fazla Zam yapılması’nı “Müslüman Aydın” Onuru’na Hakaret sayarak ayrıldı. İsmet Özel'in Hrant Dink Cinâyet’i ile ilgili söylediklerini değerlendirdiği Yazısı’nın Sonu’nda 28 Mart 2007’de şöyle yazıyor: “2 Gazeteci karşılarına aldıkları “Şâir”e soruyorlar: Hrant Dink'in Cenazesi’nde atılan “Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeniyiz” sloganından rahatsız oldu mu acaba? “Şâir” in cevabı: “Evet... Tabii bu çok sade bir olay değil. Benim izlenimim, Hrant Dink'in de bu işin içinde olduğu şeklinde. Yani Hrant Dink'in içinde öldürüleceğine dair imalar olan bir yazı yazdığını hepimiz biliyoruz. Bu bir hissi kablel vuku muydu, yoksa bir enformasyon muydu, bunu düşünmek lazım. Hrant Dink kendini feda etti mi, etmedi mi? Ya da zaten üzerine düşen bir yük müydü bu onun, görev miydi? Bu işleri ben böyle değerlendirme taraftarıyım...” Görüyorsunuz, böylesi ilk kez.... Belli ki “Şâir” de “Ben! Ben! Ben!” diyerek sayıklama nöbetleri geçirmeye başlayanlar kervanına katılmış. İsterseniz altını çizelim de akıldan çıkmasın: “Hrant Dink kendini feda etti mi, etmedi mi? Ya da zaten üzerine düşen bir yük müydü bu onun, görev miydi?” Birisinin bu lafları edebilmesi için kim-ne olması gerekir, cevabı siz verin. “Şâir” tezinde ısrarlı da; devam ediyor: “'Hepimiz Ermeniyiz' cümlesini Türkiye'de Ermeniler bile sarf etmez. Ben ekrandan kulaklarımla işittim, biz, diyordu, yaşlıca bir Ermeni, Biz Hırıstiyan Türkleriz. Bizim dinimiz ayrı, ama biz bu topluma aidiz, biz bu toplumun bir parçasıyız. O anlamda Ermenilerin bile 'Biz Ermeniyiz' diye bangır bangır bağırmadığı bir ortamda birilerinin 'Biz Ermeniyiz' diye bağırmalarının varacağı yeri hesaplamak lazım. Bu büyük bir plan ise Hrant Dink kendi ölümüne razı olmak zorunda kalmış olabilir. Eğer Hrant Dink kuş gribinden ölmüş olsaydı, Patrik Mutafyan 10 gün yas ilan edecek miydi? (...) Öldürülmüş olması yas ilan edilmesine sebep oluyor; ölmüş olması değil. Halbuki ölmek ya da öldürülmek yasta pek fark etmez. Demek ki, bu işler öyle sade işler değil.” (Yeri gelmişken, “Şâir”in “Türk”den ne anladığını da (aynı röportajdan) aktaralım ki, “yaşlıca bir Ermeni”nin sözleri daha bir açıklık kazansın: “Türk olmak için Müslüman olmak yetmez, bir de kâfirle çatışmayı göze almak gerekir.”) Gazeteciler soruyor: “Siz o cenazede toplanan kalabalığın Türkiye'nin mevcudiyetini devam ettirip ettirmemesi konusunda herhangi bir kaygı taşımadığı görüşünde misiniz?” Cevap: “Tabii ki, yüzde yüz! Yani Türkiye'nin devamına ilişkin kaygıları olmaması bir tarafa, Türkiye'nin devam etmemesi konusundaki planların da destekleyicisi olduklarını düşünüyorum.” Yazıyı burada (yani gördüğünüz gibi epeyce erken) noktalıyorum, çünkü “Şâir”in baştan ayağa kötülüğe batmış zırvaları gerçekten sinir bozucu... Ama eğer isterseniz (isteyin bence) “Şâir”in Hrant ve slogan meselesini böylece hallettikten sonra bambaşka konulara kanat açan diğer ufuk açıcı açıklamalarına ulaşabilirsiniz. Hepsi bir arada Nokta dergisinin son sayısında. Ama madem ki daha çok yerimiz var, üşenmeyip, “Şâir”in ne olduğunu çok iyi ortaya koyan bu röportajdan olup biteni –bana göre- epeyce açıklayan bir “cevap” daha aktarayım: “Şâir” bu Sefer AKP'ye İlişkin konuşmaktadır: “...Ben bir Müslüman olarak, Siyâsî İslâm, İqtidar İmkânları’ndan faydalandığı sırada Eski’ye Oran’la daha Kötü Durum’dayım. Yani Ben, Siyâsî İslâm dediğiniz Şey birtakım Mewqiler’i ve Paralar’ı kendine Yakın kılmadan önce, en azı’ndan “kendisinden Endişe edilen bir İnsan”dım. Beni Rahatsızlık’la da olsa “Hesab’a katmak” zorundalardı. Ama onlar yüzünden ben artık “Hesab’a katılmayan” bir İnsan’ım.” “Siyâsî İslam” ile “Şâir” arasındaki İlişki Konumuz dışında. Ama bu Hafta Nokta Dergisi’ni Eli’ne alanlar Açısı’ndan bakıldığında, “Şâir”in kendine Haqsızlık ettiğini söyleyebiliriz Doğru’su. Tamam, “Hesaba katılmamak” Sözkonusu olduğunda Haqlı olabilir; ama Röportaj’da önümüze gelen Düşünceler’i sergileyen Kişi’den “Endişe etmemek” Mümkün mü?” RTÜK Eleştiri’si: Kurum’un Ahlaq Denetciliği’ni fazla ileri ve Anti-Demokratik buldu. RTÜK’ün Erotik diyerek cezalandırdığı Klip ve Diziler’le ilgili Qararlar’ın "Erotik bir Sille" kaleme alındığının altını çizerek RTÜK’ü Sert bir şekil’de eleştirdi. TVnet/Diyalojik: “2007 e-Muhtırası, Başörtüsü Krizler’i, Kapatma Dâwâs’ı Sırasında yine Demokrasi’den yana duran Bumin, Ergenekon Operasyon Dalgaları sırasında ise yine “Sürü’den ayrı Hareket” etmeyi Tercih etmişti. Onun Yüzü’nü Hafifçe ekşiterek söylediği o Nâzik Tepkisi’ni ilk o Günler’den hatırlıyorum: “Bunlar çok Tuhaf Şeyler Doğrusu.” O sırada TVnet’te yapmaya başladığı, Kanal Yönetimi’nin Adı’nı biraz Tuhaf bulduğu Diyalojik Programı’na Partner olarak, daha yeni yazmaya başlamış bir Köşe Yazarı olarak beni seçmişti. İlk Televizyon Deneyimim’di. O Günler’de genel olarak Dewlet’e olan Güvensizliği ve Kuşkuculuğu’yla Ergenekon Dâwâları’nın en baştan yapılış Tarzı’ndan hiç hoşlanmamıştı. Haqlı çıktı.32 “ Tülin Bumin ve Türban: AKP ve MHP’nin “Türban’a Özgürlük” Çalışmaları sürmekte.Tuna’nın Türban Yasağı’nın Kamu’da da kaldırılması Taleb’i yeni bir Tartışma başlattı. TRT 1’de önceki 26 Ocak 2008’de yayınlanan Canlı Enine Boyuna Programı’nın Konukları arasında bir de Türbanlı Sosyolog-Yazar (Fatma Karabıyık Barbarosoğlu ) yer aldı. Programı boyunca TRT’nin Telefonlar’ı, Tepki nedeniyle kilitlendi. Barbarosoğlu, Türbanı’yla TRT eEkranları’nda görünen ilk İsim oldu. Konuklar Nazlı Ilıcak, sosyolog Tülin Bumin, Cumhuriyet Kadınları Derneği Üsküdar Şube Başkanı Fatma Çoban. Cumhuriyet Kadınları Derneği Genel Başkanı Şenal Saruhan฀ın da telefonla bağlandı. Barbarosoğlu, zaman zaman Fatma Çoban’la Polemiğe girdi. Ilıcak, Bumin ve Barbarosoğlu Türban’ın “bir Özgürlük Sorunu” olduğunu İfâde ettiler. “Kendisi olmadan antisi olan bir akımla karşı karşıyayız” diyen Barbarosoğlu, “Türbanizm yok ama anti-türbanizm var. Siz bizi Karanlık’ta mı zannediyorsunuz? Bizleri Aydınlatma Görevi olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Bize yukarıdan bakıyorsunuz, Hakaret ediyorsunuz” şeklinde konuştu. Fatma Çoban,”1Ben size Hakaret etmiyorum, Cumhuriyet Devrimleri’ne uymaya Dâwet ediyorum”. Barbarosoğlu, “Burası Kamusal Alan, bu sözlerle bize Hakaret ediyorsunuz”dedi. Nazlı Ilıcak, “Yok canım, burası kamusal alan değil” diye konuştu. 2004’de Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkan’ı iken Radikal’de bir Mülakat’ı yayınlanmıştı Tülin’in. "Türban post/ultramodern bir Fenomen’dir." Görüşü’nden Hareket’le geliştirdiği Görüşler, "Bu nasıl Laiklik? Laiklik elden gidiyor. koskoca GSÜ'de böyle Laflar..." gibi Tepkiler’e neden olmuştu. Önerme dikkatle incelenmiyor.. -Türban * ne Modernite Öncesi’nde, ne de doğrudan Modernite dolayısıyla ortaya çıkmış bir durumdur. Bu nedenle Târihsel Süreç içinde -de facto"Postmodern" olarak tanımlanabilir. Bu, onun "Baksana ultra modern. En iyisi bu herhalde" diye yüceleştirilmesi değildir. Başına bir Bez Parçası dolayan pahasına "ben Geri kalmış bir Kodern olmayı seçiyorum" diyen bir Türbanlı değil Bayan Bumin. olurdu. İşâret ettiği "Birey" olarak yapılmış bir Tercih’tir bu. -Nasıl ki Modernite her haliyle Kusursuz bir Süreç değilse, Post ya da uIltramodernite de Kusursuz değildir. Bir şey’in Postmodern diye Târif edilmesi onun İdealleştirilmesi Anlamı’na gelmez. -Türban'ın Sosyal bir Fenomen olduğunu göz ardı etmek en aptalca Tercih olur(du). Nitekim Türban ve Türbanlı İnsanlar "vardır". 26 Nisan 2007 Gece’si “Söz’ün Öz’ü” Programı’nda yine Birey Odaklı Objektif Siyâsi Yaklaşım’ı nedeniyle Uluç Gürkan Tarafı’ndan "Hocamız çok Batılı. Bunlar Türkiye'de sökmez. İran da İran..." şeklinde algılanırken; Ilıcak'ın "Başörtülü Kızlarmız’ın Dram’ı. Yazık artık, Haq Huquq. işte yaşasın AKP ..." söylemine katkıda bulunuyormuş gibi Lanse edildi. Bumin bulunduğu Entelektüel Konum ve Sâhip olduğu Anlayış nedeniyle Tartışma’nın içinde bulunduğu Rejim’e birkaç Beden Bol geldi. “ Âqîl İnsanlar: 3 Nisan 2013 ‘de açıklanan Kürt Sorunu’nun Çözümü’ne Yönelik oluşturulan 63 Kişilik ‘Akil İnsanlar’ Grubu’nda Karadeniz Üyesi’ydi. “Karadeniz Grub’u, Samsun’da Salon’un hem içinde hem dışında Protesto edildi. Ulusalcı bir Kadın’ın Beddua Seans’ı bu Çözüm’den pek de hoşlanmayan Medya’da da Geniş yer aldı. Bir sonraki Durak Tokat’tı. Heyet Şehr’e gelmeden, İl’de geleneksel olarak Güçlü olan MHP’nin İl Başkanı “Aqiller’i Şehr’e sokmayacağız” Açıklama’sı yaptı. Heyet Şehr’e girdi ama her gidilen yerde Küçük ama Öfkeli Gruplar Tarafı’ndan Protesto ediliyordu. Organizasyon’u yapan Resmi Yetkililer Tedirgin olunca onları Bumin Şaka’yla Teskin etti: “Korkmayın bize bir şey yapmazlar. Ben Süleyman Bumin’in Oğlu’yum.33” 2014 de Baskın Oran ve Murat Belge gibi İsimler’in ardından Aqil Adamlık’tan ayrıldı. Mim Demokratlar’ın artık onun Aqlı’na İhtiyaç duymadıkları Âşikar’dı. Sky Türk Ali Sirmen ile Programlar hazırladı (2007). Sirmen konuşurken Sürekli “Uyku’su var da uyumamak için Efor sarf’ediyor” Görüntü’sü vermiş İzleyiciler’e.. Hayrettin Karaman: 22 Ocak 2012 Yazı’sı: “Gazetemizin de yazarları arasında bulunan Prof. Hayrettin Karaman''ın çok uzak olmayan bir tarihte yayımladığı "Tahammül mü hoş görmek mi?" başlıklı yazısı -hatırlıyorsunuzdur muhakkakepeyce tartışılmıştı. Bazı bölümlerini hak verdiğim bazı bölümlerini ise haksız bulduğum bu yazıdan o günlerde söz etmemiştim. Karaman, T24''den Hazal Özvarış''a verdiği yeni röportajda bu konuya ilişkin fikirlerini bir kere daha açıklamış. Söz konusu röportajın bu konuyla sınırlı kalmadığını, "cemaatler arası" ve "cemaatiktidar" ilişkileri gibi son günlerde özellikle öne çıkan konuları da kapsadığını hatırlatmak isterim. Ben bugün -tartışmaya geç katılan birisi olarak!- önümüzdeki metnin sadece bu "hoşgörü-tahammül" faslı ile ilgili bölümünü değerlendirmeye çalışacağım. Söylediğim gibi, Hayrettin Karaman''ın geçen yılın ağustos ayında yayımladığı yazıda dile getirilen görüşlerin bir kısmına ben de katılmıştım. Mesela, Müslümanın "dış tavır olarak da dine, ahlaka ve âdâba aykırı davranışı" sergileyen insanlara bu davranışı cesaretlendirecek, meşrulaştıracak tavırlardan sakınmasını ve bu haller karşısında onlardan "en azından tebessümünü esirgemesi" gerektiğini tavsiye eden satırlar gibi. Çünkü gördüğünüz gibi tavsiye edilen tutum ("mecburen" de olsa!) "tebessümünü esirgemek" gibi dünyanın belki de en "hoşgörülü" tepkisine işaret ediyordu. Karaman''ın bu çerçevede bir Müslümanın farklı olanlarla arasındaki farkın "farkında olmak" mecburiyetinde olduğunu belirtmesinde de yadırgatıcı en ufak bir nokta yoktu. Tamam, "hoşgörü"nün "liberal" diyebileceğimiz tanımı-yorumunun sadece "kolektif inancı" değil "bireysel vicdan özgürlüğü"nü de kapsayan bir hoşgörü olduğunu hatırlayarak bu tavsiyenin "muhafazakar-ataerkil" nitelikte olduğu tabii ki ileri sürülebilirdi. Ancak, böyle bir "hoşgörü" tanımı da "vicdan-inanç özgürlüğü"nü birinci dereceden tanımak zorunda olduğundan, "farkın farkında olmak"la yetinen böyle bir tavsiyenin karşı çıkılabilecek hiçbir yanı yoktu. Dolayısıyla "kolektif inanç özgürlüğü" de tabii ki "hoşgörü"nün sınırları içindeydi. Karaman''ın bu yazısında beni en çok yadırgatan cümleler şunlardı: "Şimdi bir apartmanda, bir sokakta, bir mahallede eşcinselinden sarhoşuna, nikahsız yaşayanından (zina edenlerden) kumarcısına, Müslümanları sevmeyenlerden düşmanına, sokakta sevişeninden çıplağına... kadar birçok insanla yan yana yaşıyoruz. Peki dindar Müslümanların bu insanlara karşı iç ve dış tavırları ne olacak?" Bu sözlerle tasvir edilen manzarayı en başta fazla abartılı bulmuştum. Gerçekten de yazarın sözünü ettiği bir "sokak", hele de bir "mahalle" ile mi karşı karşıyaydık? ("Bir apartman"a itirazım yok tabii ki. Ama bu durumda da çözüm kolay: Başka bir apartmana geçersiniz olur biter!) Sıralanan eylemlerin bir kısmı ile bir "sokak"ta karşılaşmak mümkündür diyelim; ama sıralanan eylemlerin sergilendiği bir "mahalle" ve giderek (metinde söylenmese de) bir "şehir"de mi yaşıyoruz? Ayrıca daha da önemli olarak, "sokak" ve "mahalle"de gözlendiği söylenen eylemler de "hoşgörü-tahammül" ekseni açısından bir bütünlük arzetmiyordu. Naralar atarak üzerinize gelen bir "şarhoş" ile bir "eşcinsel"in, "kumar" sektörünü sokağa-mahalleye taşıyan ve milletin huzurunu bozan ile "nikahsız birlikte yaşayan"ın, "Müslümanları sevmeyenler" ile "Müslümanlara düşman olanın", "çıplak gezenle" "sokakta sevişen"in aralarında nasıl bir benzerlik var ki, peşpeşe sıralanabilmişler... "Çıplak gezen"den kasıt başı açık ve uç örnek olarak mini etekle dolaşmayan değilse; "sokakta sevişen"den kasıt sokakta karşılaştıklarında birbirine sarılan kadın ve erkekler değilse... Yoksa doğrusu, Prof. Karaman gibi ben de -bırakın diğer şehirleri- İstanbul''da yaşamama rağmen bugüne kadar "sokakta sevişen" bir çift ile karşılaşmadım! Bir de eğer -tabii ki- "eşcinseller" ya da "nikahsız yaşayanlar" sokakta ve mahallede önüne gelenin yolunu "Cinsel tercihinizi siz de bizim gibi yapın! Siz de nikahsız yaşayın!" diyerek çevirmiyorlarsa! Yani demek istediğim, bu "sokak" ve "mahalle" tasvirini fazlasıyla abartılı bulmuştum. İnanmazsanız etrafınıza bir bakın; manzara tam tersine epeyce mazbut nitelikte değil mi? Demek ki bu fazlasıyla abartılmış tasvirler yanlış olduğu gibi, bu tasvirlerin benimsenmesi durumunda ortaya "tahammül sınırlarını" aşan nitelikte bir manzara da çıkabilir. Sakınmak gerekir bu abartılı tasvirlerden. Özellikle bu tasvirler Karaman gibi sözlerine çok itibar edilen bir kimse tarafından yapılıyorsa. Kimileri etraflarında tasvir edilen sokak ve mahalleleri göremeseler bile, bu güçlü etkinin sonucu olarak algılarından şüpheye düşüp okuduklarının gerçek olduğuna inanmak gibi tehlike yaratıcı bir yanılgıya düşmezler mi? Oysa Türkiye , İstanbul örneğinde bile "farkın farkında olarak", bu farkları sorun haline dönüştürmeyerek beraberce yaşamayı epeyce öğrenmiş ve daha da öğreneceği belli olan bir ülke değil mi? (Sıkça tekrarlanan bir örneği de ben de tekrarlayayım: İstanbul''un İstiklal Caddesi gibi her gün onbinlerce "farklı" insanın "hoşgörü-tahammül" (artık hangisini tercin ederseniz!) çerçevesinde birarada olduğu bir şehir mekanının diğer metropollerde bir benzerini bulmak kolay mı?) Hayrettin Karaman''ın T24''de yayımlanan röportajında bu "hoşgörü-tahammül" meselesine ilişkin yaptığı açıklamaları ilk yazısında dile getirdiği görüşlerine kıyasla epeyce farklı buldum. Karaman, röportaj tekniğinin de etkisiyle olacak konuya ilişkin düşüncelerini daha etraflıca anlatabilmek fırsatını bulmuş. "Hoşgörü"den vazgeçilip "tahammül" sözcüğünün benimsenmesi gerektiği yönündeki ısrarı burada da karşımıza çıkıyor. Ama içi çok daha doldurulmuş bir tarzda. Ayrıca çok önemli olarak, "tahammül"den söz ederken ister istemez akla gelen "tahammülün de bir sınırı vardır!" deyişinin işaret ettiği "şiddet kullanımı" meselesi hakkında da çok daha geniş açıklamalarda bulunmuş. Bu önemli görüşlerin hakkını yememek için "röportaj"ı bir sonraki yazıda gözden geçirelim Ancak bugün için –madem ki yazının başlığında yer alıyor- "Bakan''a hoşgörü" ifadesinin başlıkta ne işinin olduğunu kısaca belirteyim: Hayrettin Karaman''ın Hazan Özvarış''ın bir sorusuna cevaben İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin''in "tahammülün sınırını zorlayan" malum açıklamasına ilişkin değerlendirmesi bana fazlasıyla "hoşgörülü" göründü!” Gezi Parkı: 3 Temmuz 2013 Akşamı Mısır Darbe’ye sahne olurken T24'ün Manşetleri’nde bir Haber belirdi. Bumin İhraç edilmişti.Yaşanan Sorun’u Mülaqatlar’da anlattı. Yeni Şafak’ın Köşe Yazıları’na Gezi Parkı’nda Eylemler Dewâm ettiği sırada yazdığı 10 Haziran 2013 “Gezi’nin Mizâh’ı Bambaşka” 34Başlıklı Yazısı’ndan sonra ‘İnsan Kaynakları’ndan gelen bir Telefon’la’ son verildi35. Son Yazı’sı yayınlanmadı36. Bunu paylaştı bir başka Kanal’la37. Yazı Salih Tuna’ya bir Gönderme ile sonlandı: “Bir kendini bilmeze iki çift laf: Adımı vererek sataştığı bir yazısını hatırlıyorum. Arada bir “Sevgili Kürşat Bumin” diyerek sürdürdüğü – ve benim hiç haz etmediğim - “sulu” tabir edilen bir dille kaleme alınmış bir yazıydı bu. Çok daha yakın bir tarihte “Ahlak/Ahlakçılık”ı konu edinen bir yazımı da aklınca sorguya çekiyordu. Belli ki ahlak söz konusu olduğunda hemen her zaman söz konusu edinilen bu önemli bahisle hiç karşılaşmamıştı. Nihayet geçen haftaki yazısı (“Yarım ağızla da olsa bir sözün yok mu”) çıkageldi... Eline bir biçimde kalem geçirmiş bir kimsenin sırf “Milli İradeye Saygı” adı takılmış başbakanlık mitinglerine methiye düzmek amacıyla karalanmış bu yazı en âlâsından bir cehalet örneğiydi. “Milli irade” denilince aklına sadece “Yeter söz milletindir!” sloganı gelen, söz konusu kavramın ne çıkışından, ne de gelişiminden zerre kadar haberdar olmayan bu kalemin konuyla ilgili yazımı değil değerlendirmesi, yüzeysel olarak anlayabilmesi bile olacak iş değildi. “Hasoları/Memoları” ya da “Göbeğini kaşıyan adamları” hatırlatmalar, “vesayet rejimi”nden dem vurmalar (farkında değil ki zihni/düşüncesi hepten “vesayet altında”!) “Anladık, çok güzel 'çoğulculuk – çoğunlukçuluk' diskuru çekiyorsun. Ama ezberledik artık” türünde havalar tam da şahsına yakışır lakırdılardı... Hele de “Senin de aralarında bulunduğun 'akil insanları' vatan haini ilan edenlere, 'Gül, Gülen ve Erdoğan millete teslim olun' manşetleri atanlara, 'Taksim'i güvenlik güçlerinden temizledik. Cumhuriyet için Atatürk için Türk halkı ayaklanmış durumda...' diyenlere, orayı burayı yakıp yıkarak, Başbakanın evini ve ofisini kuşatanlara, (...) söyleyecek bir tek cümlen yok mu” çıkışları hepten şaşırmış bir aklın sayıklamalarından başka bir şey değildi. Bu notu düşüp düşmemek konusunda tereddütlüydüm. “Yapma, adam yerine koyma” diyen okurlarım da vardı, “Susarsan adam havalara girebilir, arkasını getirebilir” diyenler de. Gördüğünüz gibi önerilerin ikincisine uydum ve bir “kendini bilmez”e ait olduğu yeri işaret etmek istedim. Böyle adamlar her yerde karşımıza çıkabilir; ben asıl –“kimlere kaldı” diyerek- bir zamanların muteber gazetesine üzülüyorum... (T24) “ Karagül kendini savunmaya çalıştı38. Konu’nun Tartışılması sürdü Uzun süre39. Mart 2014’de Erdoğan Twitter’ı bile Cephe alıyor. Tam da Bumin’in Nilgün Cabas’ın Programı’nda Dili’ne dolayabileceği Demeçler.. Sivas Kamp’ı: Wefatı’na 4 Sene Muqaddem, Wefat Haftası’nın İzdüşümü’nde Sivas Kampı’ndayız. Coğrafya, Târih ve İnsanları’na dokunuyoruz. 15-16 Kasım 2014 · Bumin Tvler’de Davudoğlu’nun Alevi Açlımı’nı40 destekliyor ( 20 Kasım 2014). Diken: Uzun bir aradan sonra burada Köşe Yazarlığı yaptı. 29 Mart 2016’daki İlk Yazı: "tehlikeli bir tanım ve temenni: ‘organik liderlik’" 3 Nisan 2016 “ “bu Ülke’nin Watan olması için Şehit Kanı’na İhtiyaç vardır.” Gerçekten nasıl bir Söz’dür bu, bir Ülke’yi yöneten Kişi Ülke’nin Kan’a İhtiyac’ı olduğunu nasıl söyler? “Bu TopraklarŞşehit Lanı’yla ıslanmıştır, ıslanmaya da dDewâm edecektir” diyen biri Tarafı’ndan yönetilmek çok Korkunç. Ve Yazı’daki şu Söz Mewcut Durum’u ortaya koymakta. "Siyâsî Varlığını Yurttaşları’nın Varlığı’na Borçlu olan bir Maqam’dan yükselen bu Sözler ne kadar Yaralayıcı; Yurttaşları’nı ‘Kan Borçlusu’ çıkaran, çok hem de çok Yaralayıcı Sözler bunlar." “ Şerif Mardin Ankara Kökenli Akademisyen Şerif Mardin’i Wefat Haftası’nda “Garbzedeler” Serisi içinde konuşmuştuk. 1926 Doğumlu Öğretmen’le bir Kuşak Anlatım’ı sona ermişti. Bumin 1947 Sonrası bu Coğrafya’da doğan, 68ler’de Ankara’da Kimlik bulan Parisyen Felsefeci.. Öğretmen Mardin’in Ölümü’nü duydu. Akif Emre: Yeni Şafak’ta Öteki Türkiye’nin Birikimi’nden Akif Emre Mayıs 2017’de 60 Yaşı’nda Wefat etti. Nazlı Ilıcaklar, Cengiz Çandarlar41, Mehmet Barlaslar, Koray Düzgörenler, Ali Bayramoğulları, Kürşat Buminler'in (19472018) el bebek gül bebek beslendiği AKP'nin "Demokrat Yılları"nda Sevgili Akif Emre'nin "gördün mü" diye zaman zaman Linki'ni paylaştığı Gazetesi'nin Demokratları'ndandı (2010) bumin kağan-kürşat bey.” Gazete Duvar: En Son Gazete Duvar'ın Yazarları’ndandı. 14 Mart 2018 Günlü Yazısı’na Baş Parmak’tan Başkurt’a şöyle: ““ Mewt’i Tadış: Son 1 Sene’dir Sağlığı bozulmuştu. 13 Kasım 2018’de 71 Yaşı’nda Kanser Tedâwi’si gördüğü Gayrettepe Florence NightingaleHastanesi’nde öldü. “Kısa süren bir Hastalık Dönem’i yaşamış ve eş’i Tülin Bumin‘in deyimiyle Ebedî Âlem’e ‘Melekler gibi’ bir Geçiş yapmış…” 10 Kasım Hafta’sı.. Az yazıp konuşmadı bu Kült üzerine Bumin (2009). Daha önce Başkan’ın da Ziyâret ettiği Mısıroğlu’nu Diyanet Reis’in Ziyâreti’nin Tartışıldığı, Çarşaflı Kız’ın “İlâh değildir”42, Dönüşmüş İslamcılar’ 43ın bile İdol’u44 İdrak ettiği bir Kesit’te başka bir Parisli Kezban45’ın Kanatlı Kız’ın “İlâh’tır”46 Beyânları’ndaki Zıtlıklar’la Reytinler’in yükseldiği, Suriye Sığınmacıları’nın da Büstler’e yürüdüğü, 28 Şubat’ta 10 Kasım Hafızası’nı silmek için didinen bir Kent’te47 Yök’ün Ata Eleştirmen’i Qayserili Akademisyen’e 48 Soruşturma açtığı bir Hafta’da.. Perşembe Gün’ü Bebek Camii’nde Cenaze Namaz’ı kılındı. Derya Sazak’ın dediği gibi “Son Yolculuğu’na Âile’si Gazeteci Dostları uğurladı cezaevi ve cami avluları günümüz buluşma mekanları “ .Sivas’ın Cemevi’nden değil, Cami’den kalkan Hemşehrisi.. Bumin Âile’si, Siyasetçiler, Öğrencileri ve Gazeteciler ,Yazarlar tarafından İzmir’e uğurlandı. (Ümit Fırat, Yıldıray Oğur, Şahin Alpay, Ali Bayramoğlu49, Ömer Laçiner, Nuray Mert, Ayşegül Devecioğlu, Ahmet Hakan50, Murat Aksoy, Mustafa Paçal, Seyfettin Gürsel, Eski Vatikan Büyükelçisi Kenan Gürsoy, Arat Dink ve İMC Çalışanları’nın da aralarında olduğu çok sayıda İsim) Davutoğlu Âile’ye Baş Sağlığı diledi ve Cenaze Namazı’na katıldı. Ali Bulaç,Fehmi Koru51, Teoman Duralı, Mustafa İslamoğlu52, Abdurrahman Arslan, Mustafa Ruhi Şirin, Fehmi, Mustafa Karaalioğlu, Eserler’i: -Sivil Toplum ve Dewlet53, -Batı’da Dewlet ve Çocuk54, -Demokrasi Arayışı’nda Kent55, -Okulumuz, Resmi İdeolojimiz ve Politika’ya Övgü56, -MedyaKronik57, -Huquqsuzluğun Günlüğü58, -Otoriter Demagoji Farqlı ol, Benim gibi ol59 , Sonra’sı: İzmir’de Defin: İzmir’de Cuma Günü Alsancak Hocazade Camii’ndeki İkindi Namazı’ndan sonra Toprağa verildi. Taziyeler: 13 Kasım 2018’de Demokratlaşan Müslüman Dostlar’ı Rahmet’le andılar onu: * Senin iyi bilmen gâyet Normal, onun Mahallesi’ne savruldun. Ama bu Lüzumsuz Şehâdet’in altına İmza atandan geçilmiyor Sosyal Medya’da.. Nasıl bir ”Ortalama Din"e savruldu bu Ülke böyle. * Allâh Otokratlar’a da Demokratlar’a da Rahmet etmez. Rahmet Müslüman’a dilenir. Varsa bir Tanıklığınız paylaşırmsınız. “Demokrat olması Müslümanlığı’nın Kanıtı” Noktası’nda evrilmemişseniz. * Demokratlığı âmenna da, Müslümanlığına dâir bir Şehâdetiniz var mıydı bilmek isterim . “Dinince dinlensin”.. slm. * Bir Adam’ın “İyi bir Demokrat” olması,ona Rahmet okumayı gerektirmez. Yeni Şafak Yılları’nda nasıl bir “Müslümanlık’tan Demokratlığa yol kat-etsinler” diye Çaba harcadığını görememişsen yazık, görüp de Rahmet diliyorsan yine yazık sana.. Nice Mücadele’de Dayanışma’yı öğrettiği İsimler: Erdoğan, Tülin Bumin'i Telefon’la arayarak, Tâziyeleri’ni iletti. Rıdwan Kaya:” Bumin'i Nitelikli, Özlü Biçim’de anlatmış Oğur. Onu hep sorgulayan, ufuk açan yazılarıyla hatırlayacağız. Resmi ideolojik dayatmaların Saçmalık Düzeyi’ni bile aştığı bu günlerde bilhassa şu Kitab’ı(okulumuz)nı yeniden okumak çok iyi olur! “ Selahattin Yusuf: “Bumin Wefât etmiş. Dağılan İnsanlığı burada RT ederek bir araya toplamaya çalışıyordu. Allâh Rahmet eylesin. Mekan’ı Cennet olsun. Çok Üzücü. Tülin Hanım’a Metanet, Sabırlar dilerim. “ Fikri Akyüz: “ Liberal Sol'un Mert ve donanımlı Qalemi’ydi. En son Ayvalık'ta tesâdüfen karşılaşmış ve uzun uzun Muhabbet etmiştik. 28 Şubat Heyulası’na karşı, Yeni Şafak'ta Meydan okuyan bir Yiğit Adam’dı. Bu Dönem’de ise Qalem’i kırıldı. Wefa Mühim bir Haslet’tir. “ Sibel Eraslan: “Değerli Düşünce İnsan’ı ve Bumin Beyefendi’nin Wefâtı’nı işittim. 28 Şubat’ın en Soğuk Günleri’nde yanımızda duran Kürşat Beye Allâh’tan Rahmet diliyorum. Kederli Âilesi’ne ve Tüm Talebeleri’ne Başsağlığı diliyorum. “ Yusuf Kaplan: “Güzel bir İnsan’ı kaybettik. Çok üzüldüm. Bilgi Üniversitesi'nde, Yenişafak'ta yıllarca beraber çalıştık. İlkeli bir Yazar’dı. Fikir Namus’u olan bir Aydın’dı. Allâh Rahmet eylesin. “ Nihal Bengisu Karaca: “ Bumin Wefat etmiş. Namuslu bir Entelektüel’di, Gerçek bir ‘Demokrat’tı. Rahman Rahmeti’ni esirgemesin. Başta Tülin Hanım olmak üzere Bütün sevenlerine Sabır diliyorum “ Cihan Aktaş: “"Bumin'in akademik ünvanı yoktu. Oda kapısında sadece "Dr.Kürşat Bumin" yazardı. YÖK'ün Ulufe Misali dağıttığı Akademik Ünvanlar’ı da reddetmişti" diye hatırlatıyor Mehmet Atak, Bumin Üzerine yazısı’nda. “ / Fikirleri’ni Yaşama Çabası içinde bir Yazar, Kara Gün Dostu bir Aydın’dı Bumin. Âilesi’ne Başsağlığı diliyorum. Allâh Rahmet etsin. Mustafa Armağan: “Fikir Adamı ve Yazar Bumin Hayatı’nı kaybetmiş. Çok Güzel ve Benzersiz denilecek derecede Sarkastik konuşması ve İronik Yazıları’yla fikir ve kültür hayatımıza Katkılar sunan Cesur bir Qalem’di. 28 Şubat Dönemi’nde Bedel’i ne olursa olsun Demokrasi’yi savunmuştu. “ Cihangir İslam: “Herkes’in ve her Kesim’in sevip saydığı Bumin’in Wefatı’nı Derin Üzüntü’yle öğrendim. Haqiqat’e Sâdıq kaldı. İyi İnsan’dı ve İyi kalmayı başardı. Merhum’a Allâh’tan Rahmet, Âilesi’ne Sabır diliyorum. Saadet Partisi İstanbul Milletvekili “ Elif Çakır: “28 Şubat’ın Ağır Havası’nın kimseye Nefes aldırmadığı o Günler’de Bumin, RP ve Dindarlar’a yönelik yapılan Baskılar’a ve Zulm’e Cesurca karşı çıktığının, Özgürlükleri savunduğunun, Wesâyet’e Hayır dediğinin Şâhidi’yiz Ahlâq ve Wicdân Sâhib’i bir Aydın’dı. Allâh Rahmet etsin. “ Ahmet Fâruq Ünsal: “ Bumin'e Fikri’ni İfâde etme Kanalları’nı kapatanlara tek Kelam edemeyenler Sayın Bumin'i 28 Şubat'taki Duruş’u ile Mahcup bir Şekilde Yâd ediyor! Sadece Geçmiş’teki Uygulamaları eleştirmek epey Konforlu, ya Bugün yaşananlar? “ Kemal Sayar: “ Değerli düşünce adam’ı ve yazar Bumin'e Allâh'tan Rahmet dilerim. Âilesi’nin, sevenleri’nin ve Okurları’nın başı sağolsun. “ Ersoy Dede: “ Ne Güzel Adam’dı.. çok severdim.. “ Mehmet Bekaroğlu: “Bumin’in ölüm haberi geldi. İyi bir İnsan’ı, Değerli bir Entelektüel’i, vicdanlı, Wefalı bir Dost’u kaybettik, Allâh Rahmet eylesin, Mekan’ı Cennet olsun.” Ahmet Tezcan: “ Kanal 7'de @cannazo ile yaptığımız Dördüncü Kuvvet Medya Programı’nın hiç bir Dâwet’i çevirmeyen Konuğu idi Bumin. Şimdiki Medyacılar’ın pek umursamadığı Tevazuu ile Bilgisi’ni taçlandırmış ustalardandı. Nûr içinde yatsın... “ Savcı Sayan: “Bumin Hoşgörülü, Mütevazi ve Tepeden bakmayan bir Gazeteci Abimiz di. Tartışırdık, zıtlaşırdık ama saygı’da, sevgi’de Kusur etmezdik. Allâh Rahmet eylesin. Rûhu’na Fatiha okuyalım.. “ Taha Akyol: “Bumin Bağımsız Kişiliğini ve Hürriyetçi Duruşu’nu her Devir’de, Bütün Egemenler’e karşı ortaya koydu. Sivil Toplum’u 30 sene önce yazdı. 9 Köy’den kovuldu. Onuru’nu Miras bırakarak Haqq’a yürüdü. Lozan Konferansım vardı , Cenâze Namazı’na katılalamadım, Fatiha’mı gönderdim.” Can Dündar: “Bu kadar Farqlı Kesim’den İnsan’ı o Avlu’da buluşturmak herkese Nasip olmaz. Bumin, imkansız görünen bu Ortak Payda’yı yaratabilmişti. Hapislik Günlerimiz’deki Desteği’ni hiç unutmayacağım. Kendisine Rahmet, Yakınları’na Başsağlığı diliyorum. “ Amberin Zaman: “ Sevgili #KürşatBumin i kaybetmişiz. TRdeki Kutuplaşma’ya İnat her Kesim’e el uzatan, Empati duyan Soyu tükenmekte olan Rafine Rûh, Gerçek Aydın, Eşsiz Beyefendi. Rûh’u Şâd olsun.... “ Ulûm el-Hikme Ders’i: Bugün Özel Ders yapıyoruz sa.18.30.da (Garbzedeler Dersi’ni en son 1926 Doğumlu Sosyolog Şerif Mardin'le bitirmiştik. Jön Türkler’i Analiz eden AKP için Mahalle Baskısı içinde “İmam ve Öğretmen” Dikotomisi’ni dillendiren. AKP 1.Dönemi'nde Garbzede Liberaller’in Kontrolü’nde idi. 2.Dönemi’nde ise Kızıl Elma Yolu’nda. Yani Nasyon-zedeler’e Direksiyon kırdı.. Bir Dizi Liberal Öğretmen’den birinin Cenâze’si kılındı Bugün İkindi (16 Kasım). Türkçü bir Baba’nın Sol'dan Liberalizm’e kanatlanan Oğlu Kürşat. Tv5-Saadet: 17 Kasım’da TV5’in dönmeye başlayan Reklamlar’ı üzerine şunları yazıyoruz 60: Cihangir'in Marifetler'i bunlar. Saadet kayıyor. Fatih'in Parti'si Saadet'in Yeri'ni alabilir. Böyle giderse Gül, Davudoğlu Saadet'e geçer. AKP'yi kendi içinde 2 bölmeye gerek kalmaz. Demokrasiciler'de Çare tükenmiyor. AKPleşme Süreci'ne (*) 20 Yıl sonra Eklemlenme Çabalar'ı. Saadet'i bir Umud olmaktan tamamen çıkarıyorsunuz. "Türkiye'nin İhtiyac'ı". Ahu Özyurt Ali Bayramoğlu Etyen Mahcupyan Cihangir İslam Emre Bağçe Osman Altuğ İbrâhim Kahveci Yıldıray Oğur . Nazlı Ilıcak, Mümtazer Tüköne Tonlar’ı Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Ali Bayramoğlu ,Eser Karataş , Baskın Oran ,Koray Düzgören, Tonlar’ı Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan, Osman Can ,İlknur Çevik,Cüneyt Ülsever, Serdar Turgut, Emre Akyüz, Tonlar’ı, Nurat Mert,Ceyda Karan, Gülay Göktürk Tonlar’ı, İlber Ortaylı,Murat Bardakçı, Etyen Mahcupyan, Marker Eseryan, Hrant Dink, Reha Çamuroğlu, Altan Kardeşler (Mehmet,Ahmet) , Barlaslar Komplesi (Mehmet, Canan, Can Paker) ,Akyollar (Taha, Mustafa) vs. 22 14 Mart 2018 Günlü Yazısı’na böyle başlayacak 71 Yaşı’nda: “Adım ve Soyadım’dan da anlaşılacağı gibi Konu’ya ilişkin iki Çift Laf etmem tabii karşılanır sanırım! Özlem ve Hasret’le hatırladığım Babam önüme ilk olarak Nihal Atsız’ın “Bozkurtlar’ın Ölümü” ve “Bozkurtlar Diriliyor” Adlı Kitapları’nı koymuştu. Ama doğrusu, sonradan, bu Kitaplar’dan öğrendiklerime ilişkin tek bir Soru bile yöneltmemişti. Tahmin ettiğiniz gibi bu Yıllar’da ortaya henüz Türkçüler’in sonradan “Kurtbaşı” olarak adlandırılan Temsili pek de Kolay olmayan Pagan Kültür’den Miras o El Hareketi çıkmamıştı. (Şimdi kimdi çıkaramıyorum ama Türkçü Cenah’ın ileri gelenlerinden birisinin (Bahçeli olabilir mi?) Parmaklar’ı bu Tuhaf Biçim’de bir araya getirilme İşlemi’ni layıkıyla beceremediğini de hatırlar gibiyim!)” 3 Adını, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat verdiği ve onun yüksek uygarlık idealini gerçekleştirme isteği üzerine, 14 Haziran 1935’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen 2795 sayılı kanunun 22 Haziran 1935 tarih ve 3035 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle kuruluşu tamamlanan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Cumhuriyet Türkiyesi’nin benimsediği misyon ve vizyonun önemli bir parçasıdır. 23 Mayıs 1935 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunulan kanun tasarısında Fakültenin kuruluş gerekçesi şöyle belirtilmiştir: “Hükûmet merkezimizde bir taraftan Türk kültürünü bilgi metodu ile işleyecek tetkik ve araştırma kurumlarına olan ihtiyaç, diğer taraftan orta öğretim kurumlarımıza ulusal dil ve tarihimizin bilimsel ve en yeni anlayışlarına göre hazırlanmış öğretmen yetiştirmek ve bugünkü öğretmenlerimizin bu yönden bilgilerini tamamlamak gereği, Ankara’da bir Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulmasını icâb ettirmiştir”. 4 https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/11/14/yildiray-ogur-akilleri-sokmayacagizdenilince-korkmayin-ben-suleyman-buminin-ogluyum-diye-saka-yapmisti/ 5 https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/11/14/yildiray-ogur-akilleri-sokmayacagizdenilince-korkmayin-ben-suleyman-buminin-ogluyum-diye-saka-yapmisti/ 1 1972’de Felsefe Lisansı’nı Ankara Üniversitesi’nde, 1980’de Felsefe Yüksek Lisansı’nı ve Doktorası’nı “3 Praksis Söylemi’nde Gerçeklik ve Aqılsallık İlişkisi, Marcuse, Coletti ve Lucaks “ Adlı Tez’i ile Sorbon’da yaptı. 1994-1997’de Stuttgart Kültür Ateşeliği yaptı. 1980-1987’de Ege Ünivesrite’si Felsefe Bölümü’nde Araştırma Görevlisi idi.1987-1993 arası Doçent, 1993-1994 de Profesör olarak çalıştı. 1998’de Galatasaray Üniversite’si Fen-Edebiyat Fakulte’si Felsefe Bölümü’ne geçti. J.M.Beyssade’den bazı Çeviriler yaptı. Bunlar Cotigo-Descartes Özel Sayı’sı ve Seminer Dergisi’nde yayınlandı. 1993’de Hegel’i Okumak’ı çevirdi. 1996’da Tartışılan Modernlik:Descartes ve Spinoza’yı yazdı. 2001’de Hegel:Bilinç Proplem’i,Köle-Efendi Diyalektiği,Praksis Felsefesi’ni. 7 İstanbul Bilgi Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Sinema-Televizyon Bölümü, 2004 mezunu. Yönetmenliğini Yaptığı Kısa Filmler: The Copy of An Untitled Project - 2003 .... Deneysel, 00:03:00 / Taylan Soytürk, Kerem Bumin 8 “Son dönemlerde uzaklaşmıştık. Aramıza kırgınlıklar, kızgınlıklar girmişti. Dün ölüm haberini alınca içim yandı. Kadim dostum gitmişti. Son 25 yılda varlık, akıl, tavır olarak hayatımda iz bırakan adamlardan birisiydi Kürşat. Uzunca bir dönem özel anları, mutluluk ve acıyı, ölümü ve yeniden doğuşları, siyaseti, fikirleri, tutumları paylaştığım bir adam. Değerli bir akıl ve önemli bir entelektüeldi. Bu ülkede kritik düşüncenin ve etik duruşun önde gelen simgelerinden birisi olduğuna hiç şüphe yoktur. Nitekim gözümde önemli özelliklerinden birisi hem bir bağ, hem bir geçiş noktasını temsil etmesiydi. Dünün normatif aydını ile şimdiki zaman etiğini ve içeriden bakışı temsil eden bugünün aydını arasındaki kritik bağ ve kıvamında bir geçiş… Nitekim Kürşat’ın soru ve sorgu, ilke ve etik mercekleri arasında ‘değişim’ fikrine ve ‘anlama’ çabasına her zaman kuvvetli bir yer vardı. Onu dingin, dinç ve bilge kılan sanırım bu olmuştu. Kürşat’ı tanımam, onunla tanışmadan yıllar önce, 1981’de, yayınladığı “Sivil Toplum ve Devlet” kitabıyla olmuştu. Sivil alanın kendiliğinden özelliklerine, siyasetin özerkliğine vurgu yapan, Gramsci’ye değen, hakim sol anlayışın kabuklarını kırmasına, soru sormaya, alan genişletmeye yönelik bu kitaptan etkilendiğimi, kitabı derinden hissettiğimi gayet iyi hatırlarım. Yeni mezun taze bir asistandım. Bumin benim henüz formüle edilmemiş sorularımı soruyor, içe doğru ışık tutuyordu. Onunla tanıştığım, 1990’ların başı, merkez siyasetin örselenmeye başladığı, İslami ve Kürt kimlik hareketlerinin çapı ve belirleme gücüyle Türkiye’yi şaşkına çevirdiği bir dönemdi. Bu şaşkınlık içinde ülke toplumsal olanı yeni bir biçimde hissetmeye, toplumsal ile siyasal arasındaki ilişkiyi yeniden algılamaya, değişimi tartışmaya çalışıyordu. Kürşat’ın “ilke-etik”, “değişim-anlama” ikilisi yine devreydi. O yıllarda Etyen Mahçupyan, o ve ben 2 yıl süren bir televizyon programı (Açık Görüş) yapmıştık. Dönemin önde gelen düşünce adamlarını, siyasetçilerini sorgu, sual ederken, anlamaya çalışan, demokrasiye dair ipuçlarının peşinde koşan, toplumsal aktör ve hareketleri içinden anlamaya çalışan, kimlikler çokluluğu, çoğulculuğu veri alan bu program o dönemde Kürşat’ın ikili denklemini tam yansıtıyordu. Yıllar akarken onunla fikir ve siyaset açısından bazen kesiştik, bazen itiştik. Türkiye önemli bir düşünce insanını kaybetti. Seni hep hatırlayacağız.” 9 https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/11/14/yildiray-ogur-akilleri-sokmayacagizdenilince-korkmayin-ben-suleyman-buminin-ogluyum-diye-saka-yapmisti/ 10 Mart 98, Arka Kapak 11 Arka Kapak 12 http://www.mimarizm.com/makale/kursat-bumin-dedigim-gibi-bu-sehirin-politik-ve-felsefiokumasi-ya-da-siyaset-felsefesi-acisindan-okunmasi_113379 13 1987-1988 de 1 Yıl Çiğli’de bulunmuşluğum Ortak İzmir Hava’sı Teneffüs ettirmiş. 14 Alper Görmüş “ Biliyor muydunuz, 28 Şubat günlerinde çoğu insan Bumin’i ‘dindar bir profesör’ sanırdı. Akademide çalışmıştı fakat profesör değildi, doktorası bile yoktu. Yine de ‘profesör’ sanılmasında anlaşılmayacak bir şey yoktu. Televizyonların iyice yaygınlaştığı 1990’lardan önce ‘profesör’ denince akan sular dururdu. Çünkü akla görünüşü, bilgisi ve üslubu Bumin gibi olan birileri gelirdi. Oysa ekranları kendilerine ‘profesör’ denen birileri kapladığında insanlarda büyük bir hayal kırıklığı oluştu. Bunlar, hayalini kurdukları adamlara, kadınlara hiç benzemiyorlardı; televizyonlar, ‘profesör’ imajının yaldızını kısa süre içinde silikleştirmişti... Eh, Bumin’in o profesörler arasında ‘profesör’ sanılmasında anlaşılmayacak bir şey yoktu. “ 15 “Felsefenin temel dinamiğidir sormak ve soruları çoğaltmak. Her genç büyük cevaplar bulmak için çıkar bu yola, ama sonra soruların kıymetini, cevapların değil de soruların daha önemli olduğunu anlamaya başlar… Sormayı ve sorgulatmayı her felsefeci sever elbette; yine de, benim tanıdıklarım arasında, bu sanki en çok Kürşat Hoca’ya yakışıyordu. 6 Sorularla hemhal olmak, onları çoğaltmak ve büyütmek, onun muzip bakışları altında bir serüven gibiydi. Ulaştığınızı varsaydığınız, hatta sizi siz yaptığını sandığınız hakikatlerin o sorular karşısında dağıldığını gördüğünüzde çoktan iş işten geçmiş olurdu. Soruların karanlık dünyasında o kadar rahat dolaşırdı ki sizi de bir şekilde kendinizi hapsettiğiniz hakikatin dışına çıkmaya teşvik ederdi… Bıraktığı sessiz miras, görünenden ve bilinenden çok daha büyük bence. Siyasal lügatımızdaki bazı temel kavramlardan –misal sivil toplum– bugün anladığımız şeyi biraz da onun açtığı tartışmalara, yaptığı müdahalelere borçlu değil miyiz mesela? Politik alana sadece fikri düzeyde müdahil olmadı üstelik Kürşat Hoca. Politik alan bir anlamda varoluşsal diyebileceğimiz bir çekim merkeziydi onun hayatında. Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler söz konusu olduğunda, onun izlerini hem fikri hem pratik düzlemde her yerde görebiliriz. Bence Kürşat Bumin, yaşarken devri daimlerdendi. Bu dünyadan göçüp gittikten sonra da devrinin daim olacağına inanıyorum.” 16 http://www.alevihaber.com/kursat-buminden-ergenekon-madimak-analizi-16475h.htm 17 Bercan Aktaş: “Bazı hocalar öğrencilerinin üstünde çok derin izler bırakırlar. Salı günü yaşamını tamamlayan Kürşat Bumin gibi… O kadar çok şey öğrendik ki Kürşat Hocadan. Eleştirel düşüncenin kıymetini, dünyaya kavramlarla bakmayı, akıl gözüyle görmeyi, şiddetin binbir halini, hep başka türlü bir şeyin de olabileceğini… Çelebi bir adamdı. Galiba ona en çok yakışan tanımlardan birisi de gezginlik olmalı. Düşüncesi bir limana demir atmaz; gezinir dururdu. Her mahalleyi ve sokaklarını iyi bilirdi. Dertleşmenin, melezleşmenin, biraradalığın öneminin farkındaydı ve her şeyden önce bir toplum olabilmenin izlerini sürerdi…. Kelimenin tam anlamıyla akil bir insandı. Ama bu yakıştırmadan pek hoşlanmazdı. Daha doğrusu, “atanmıştan akil olmaz” derdi, ince mizahıyla karışık. İnsana ve siyasete değer verirdi Kürşat Hoca. Çözüm sürecine katkı sunduğu Akil İnsanlar Heyeti deneyiminin en güzel yanının da insanların kamusal alana çıkıp “ben de şöyle şöyle düşünüyorum” diyebilmesi, yani yurttaşların ortaya konuşması olduğunu söylerdi. Herkesin Ankara gündemine odaklandığı konularda o siyaset ile toplum arasındaki bağın peşindeydi. Muzip bir mizacı vardı. Bazen insana çok sıradan gelen fikirleri yakalar, bir fikrin çağrışımları üstüne konuşur, tam zamanı gelince de tiye alırdı. Onu hiç unutmayacağım.” 18 BİLGİ İletişim Fak. “Bumin, Türkiye'de eleştirel düşüncenin gelişmesi için hep çalıştı, üretti. Fakültemize kuruluşundan itibaren yaptığı katkılarla, verdiği derslerle aklımızın en aydınlık köşesinde hiç unutulmayacak. “ 19 https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/11/14/yildiray-ogur-akilleri-sokmayacagizdenilince-korkmayin-ben-suleyman-buminin-ogluyum-diye-saka-yapmisti/ 20 "Köşe yazıları". 21 Alper Görmüş: “ Dindar sanılmasının nedenini de tahmin etmiş olmalısınız: Çünkü hayatını seküler tarzda yaşayan biri olmasına rağmen, dindarların dünyasından uzak biri olmasına rağmen, sanki bir dindar gibi onların uğradığı haksızlıklara karşı çıkıyordu; parçası olduğu laik-sekülerleri hedefleyen hak gasplarından çok dindarları hedefleyen hak gaspları konusunda yazmayı ve konuşmayı seviyordu; Türkiye, böyle bir şeye henüz hazır değildi. “ Alper Görmüş/ http://serbestiyet.com/yazarlar/alpergormus/kursat-bumin-847781 14.11.2018: “ Arkadaşım Kürşat Bumin ciddi, sorgulayıcı, açık, yalın ve şahsiyetli bir adamdı. Bu özellikleri, sık sık ironinin de eşlik ettiği fikirlerini onaylamayanları dahi saygıya davet ederdi. Ölümünün ardından sosyal medyada dile getirilenler, onun bu en temel özelliklerine bir saygı duruşu niteliğindeydi. “ Bazı insanlar vardır, ne kadar büyük bir haksızlıkla karşı karşıya olursanız olun, sizi savunmalarını istemezsiniz. Çünkü sizi savunmaları davanıza yarardan çok zarar getirecektir. Uğranılan haksızlığa Kürşat Bumin gibi birinin karşı çıkması ise, haksızlığa uğrayan için bir nimettir. Ölümünün ardından dile getirilen düşüncelerin ve duyguların önemli bir bölümünün, 28 Şubat döneminde onun dindarlar üzerine kurulan baskıya karşı çıkışına dair olması boşuna değil. Sahipleri bir zamanlar baskıya maruz kalmış dindarlar olan bu paylaşımlar, Bumin’in o dönemdeki hak savunuculuğunun ne kadar özel bir öneminin olduğunu bir kez daha hatırlatıyor bize. Kürşat Bumin’in hak savunuculuğunu özel kılan, çok daha değerli yapan şey, onun, haksızlığa karşı çıkmanın ‘bölünemezliğine’, ‘göreliliği kaldıramazlığına’ ilişkin vurgusuydu. ‘Mutlak’ fikrine hayatı boyunca karşı çıkmıştı, fakat iş ahlak alanına, hele hele haksızlığa karşı çıkma ahlakına geldiğinde durum değişiyordu. Kürşat Bumin ‘mutlak’a herhalde en fazla bu alanda yaklaşmıştı. Bu ahlak anlayışıyla 28 Şubat döneminde nasıl bir tavır takınacağını tahmin etmek hiç zor olmazdı; nitekim o da kimseyi yanıltmadı…. Kürşat Bumin’in 28 Şubat’taki hak savunuculuğunu özel kılan, çok daha değerli yapan şeyin, haksızlığa karşı çıkma ahlakının ‘bölünemezliğine’, ‘göreliliği kaldıramazlığına’ ilişkin vurgusu olduğunu söylemiştim... Bu vurguyu biraz açmak istiyorum, çünkü bunu, ortadan kaldırılmadığı sürece Türkiye’yi felakete sürükleyeceği artık iyice anlaşılmış bulunan kutuplaşmanın panzehiri olarak görüyorum. Kürşat Bumin, tavırları ve fikirleriyle bu panzehirin vücut bulduğu isimlerin başında geldiğine göre, onu anmanın en iyi yolu da bu olsa gerek. Kürşat Bumin kendisi için kendisinin belirlediği ahlaka uygun davranmanın gönül rahatlığı içinde, mahallesinden gelen hayret nidalarına aldırmadan konuşmaya, yazmaya devam ediyordu. Bunu yapabiliyordu, çünkü şuna bütün kalbiyle inanıyordu: Aşırı ölçülerde kutuplaşmış toplumların ‘hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır’ bireylerinden hiç değilse bir bölümü önceliği ‘eleştiri’de kendi dünyasına, ‘hak savunusu’nda ise başka dünyalara vermiyorsa, o toplum deli gömleği giymiş bir toplumdur. İki büyük, zıt kutba bölünmüş bir toplum düşünün... Her iki kutupta yer alanlar sadece ‘karşı taraf’ı eleştirsin ve sadece ‘bizim taraf’ın haklarını savunsun... Böyle bir toplumun, içinde bütün bireylerin özgürce yaşayabilecekleri bir topluma evrilmesi mümkün müdür? Toplumsal grupların kendi özgürlükleri hususunda hassas ve dirençli olmaları, o grupların özgürlüklerinin iktidarlar tarafından gasp edilememesinin başta gelen sigortalarından biridir. Fakat toplumsal grupların tamamının özgürleşmesinden, yani gerçekten özgür bir toplumdan söz edeceksek, bu türden ‘grup sigortaları’ için en fazla ‘yetmez ama evet’ denebilir. İktidarların, hiçbir toplumsal grubun özgürlüğüne müdahale edememesinin, yani özgür bir toplumun sigortası, kendi özgürlükleri konusunda hassas olanların, başkalarının özgürlükleri konusunda da hassas olabilmeleridir. Biz, ne yazık ki bu sigortadan çok da nasipli bir toplum sayılmayız. Başkaları için gerçek bir tatmin sağlayacak bazı özgürlük taleplerini, sırf kendi hayat algımız bakımından önemli ve anlamlı bulmadığımız için sahiplenmiyoruz, hatta düpedüz karşı çıkıyoruz. Bunu aşmadan toplumsal özgürlük sorunumuzu çözebilir miyiz? Türkiye'nin bir ‘kültürler savaşı’ cehennemine sürüklenmemesinin yegâne sigortası, ‘bizim kültürümüz’ açısından önemli ve anlamlı görünmeyen taleplere de sahip çıkmayı, çıkabilmeyi öğrenmekten geçmiyor mu? Sadece kendi tatminini meşru gören bireylerden, gruplardan ve kimliklerden oluşmuş bir toplum cendereye sıkışmış bir toplumdur. Böyle bir toplumun cendereden çıkma sürecini ancak, kendisine ‘anlamlı’ gelmese de başkalarının tatminini de samimiyetle savunan ve önemseyen birilerinin cesaretle ortaya çıkması başlatabilir. Kürşat Bumin, işte o cesaretle ortaya çıkan ‘birilerinin’ başında geliyordu. Düşünceleriyle ve tavrıyla, sadece kendi mahallesinin mensuplarının değil, onlarla birlikte hatta onlardan daha fazla başka mahallelerin mensuplarının hakları üzerinde odaklanarak mahalleler arasında bir bağlantı kayışı rolü oynuyordu. O bağlantı kayışlarının en önemlilerinden biri ebediyen koptu işte... Fakat aslında çok daha önce, artık muktedir olan eski mağdurlar tarafından kopartılmıştı…. Başta, ona ölümünden sonra teşekkür ederken utanması gerekmeyen muhafazakâr okurları olmak üzere bütün okurlarının başı sağolsun.” 22 Koru: “Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir / Gittikçe artıyor yalnızlığımız” diyor Cahit Sıtkı. Salı günü vefat eden Bumin‘in cenaze namazı için vaktin gelmesini Bebek Camii‘yle iç içe olan kahvehanede beklerken dilime takılan şairin bu mısralarıydı. Galiba günün hayhuyu içerisinde bunun hiç olmayacağını sanıyor ve dostlarımızı ihmal de ediyoruz. Yeni Şafak‘ta uzun bir ortak geçmişimiz var. Daha önce çalıştığım gazeteye de gelmek istemiş, ancak onun yapmayı teklif ettiği medya eleştirisi türü fincancı katırlarını ürkütebileceği endişesi bunu engellemişti. Alper Görmüş‘le birlikte hazırladıkları ‘MedyaKronik’ sayfası hem gazeteye itibar getirmiş, hem de o sayfada resmen çarmıha gerdiği medyanın ‘önemli’ isimlerini daha dikkatli olmaya sevk etmişti. Kritik bir dönemdi ve bu hizaya getirme işlemi olağanüstü yararlıydı. Sesini yükseltmenin ‘cesaret’ kabul edildiği bir dönemde doğal çevresiyle yabancılaşmayı da göze alabileceği bir demokratik cesarete sahipti. 28 Şubat’ın karanlık günlerinde yazıları ve televizyon programlarıyla gidişin iyi bir gidiş olmadığını en inandırıcı ifadelerle dile getiriyor, çıkışlarında çizdiği mantık silsilesi otoriteye karşı verilen mücadelenin nasıl yürütülmesi konusunda yol arkadaşları için de bir ölçü teşkil ediyordu. Kıyasıya eleştirecek, eleştirdiğini sarsacaksın, ancak bunu eleştirdiğin kişiye de hak verdirerek yapacaksın… Zor bir işi başarıyla yaptı Bumin. Vesayete karşı bir avuç insan Yol arkadaşı’ deyimini boşuna kullanıyor değilim. 28 Şubat günlerinde ülkenin üzerine giydirilmek istenen deli gömleğini çıkartmayı ve korkunç akıbeti durdurmayı ciddiye alan az sayıda kalem sahibiydik. Birbirimizi yalnızca çalıştığımız gazetede görmüyor, mesai saatleri dışında da evlerde veya topluma açık mekanlarda sıkça bir araya geliyorduk. Kısa sürede mutada dönüşen buluşmalarda, içimizden birilerinin gazetesinden veya ekrandan uzağa düştüğü gerçeğini de yaşayarak görüyorduk. Zor günlerin insanıydı Bumin. O zamanlar henüz ‘medeni ölü’ sıfatı icat edilmemişti, belki de o dönemde yazarları yerlerinden etmeyi görev bilenlerin utanma duyguları buna engeldi; ancak yaptıkları tamamen oydu, yazarları yazamaz hale getiriyorlardı. Askerler kendi iradelerine karşı çıkan kalem sahiplerine dünyayı dar etmeyi kafaya koymuş, medya patronları üzerinde baskı uyguluyor ve isim de vererek sevmediklerinin işinin bitirilmesini talep ediyorlardı. Çok yazar o dönemde işsiz kaldı. Onlara kapılarını Albayrak Ailesi‘nin gazetesi Yeni Şafak açtı. Bugünden geriye baktığımda, o karanlık günlerin, demokrat yazar-çizer takımı için övünülebilecek güzel günler olduğunu görüyorum. Ters gelebilir, ama öyle. Dün, Bebek Camii’nin avlusunda toplananların çoğu Bumin‘i yazılarından tanıyan insanlardı. Bir bölümünün onunla yollarının hayatta kesişmediğine eminim; kendisine yazar olarak duyulan saygı o insanları son yolculuğunda Bumin‘i yalnız bırakmamaya sevk etmiş olmalıydı. Arkasından çok anlamlı yazılar yazıldı, hiç kuşkusuz bundan sonra da yazılacak; ancak eleştirilerinden en fazla nasibini almış olan Ertuğrul Özkök‘ün onun hakkını teslim eden şu yazısını ayrı bir yere koymak gerek. Umarım o da hakkını helal etmiştir.” 23 https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/11/14/yildiray-ogur-akilleri-sokmayacagizdenilince-korkmayin-ben-suleyman-buminin-ogluyum-diye-saka-yapmisti/ 24 https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/11/14/yildiray-ogur-akilleri-sokmayacagizdenilince-korkmayin-ben-suleyman-buminin-ogluyum-diye-saka-yapmisti/ 25 Alper Görmüş/ http://serbestiyet.com/yazarlar/alper-gormus/kursat-bumin-847781 18.11.2018: “..ülkenin bütününe yönelik bir haksızlık olan işin bu yanını, Yeni Şafak’ın Kronik Medya’sında birlikte yürüttüğümüz mesaiyi de hatırlatarak pazartesi günü ele alacağım. “ 26 https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/11/14/yildiray-ogur-akilleri-sokmayacagizdenilince-korkmayin-ben-suleyman-buminin-ogluyum-diye-saka-yapmisti/” 27 https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/11/14/yildiray-ogur-akilleri-sokmayacagizdenilince-korkmayin-ben-suleyman-buminin-ogluyum-diye-saka-yapmisti/ 28 http://www.kitaplodi.com/kitap/kursat-bumin-okulumuz-resmi-ideolojimiz-ve-politikaya-ovgukitabi 29 Arka Kapak https://www.kitantik.com/product/MEDYAKRONIK-KURSATBUMIN_0z8kgltjhi4c2go1epc 30 “Dünyaya gözlerini kapattı. Türkiye fikir dünyası için önemli kayıp. Beraber çalıştık, yararlı, güzel işler yaptık. Öğrencilerine anlayışlı yaklaşımına tanığız. Yakınlarına başsağlığı dilerim.” 31 https://www.kitapjoy.com/kitap/hukuksuzlugun-gunlugu-kursat-bumin-9789756768372 32 https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/11/14/yildiray-ogur-akilleri-sokmayacagizdenilince-korkmayin-ben-suleyman-buminin-ogluyum-diye-saka-yapmisti/ 33 https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/11/14/yildiray-ogur-akilleri-sokmayacagizdenilince-korkmayin-ben-suleyman-buminin-ogluyum-diye-saka-yapmisti/ 34 Ülkenin "mizah" denilen erdemi "Gezi" ile keşfettiğini söylemenin yanlış bir tespit olacağı muhakkak. Ama sanki "Gezi", toplumu bu erdemin bambaşka ve tabii ki en doğru biçimiyle tanıştırdı. Bu "mizah" anlayışının ülkenin yazılı/görüntülü "mizah sektörü" üzerinde de olumlu anlamda büyük etkisinin olacağını sanıyorum. Şu düşüncem kimseyi kızdırmaz inşallah: Bu ülkede "mizah" (humour) denilince aslında "ironi" anlaşılıyor. Bu iki kavramın ne anlama geldiğini ve aralarındaki farkı Andre Comte-Sponville, "Büyük Erdemler Risalesi" başlıklı kitabının "Mizah" bölümünde şöyle açıklıyor: "Zekâ, Alain"le birlikte tekrar edelim, her şeyle alay eder. Nefret ettiği ya da aşağıladığı şeyle alay ettiğinde, bu ironidir. Sevdiği ya da değer verdiği şeyle alay ettiğinde bu mizahtır." Sponville"den konuya ilişkin birkaç cümle daha aktaralım: "Mizah, sevgidir; ironi, küçümseme."/ "İroni yaralar; mizah tedavi eder. İroni öldürebilir; mizah yaşamaya yardım eder. İroni tahakküm kurmak ister; mizah özgür bırakır. İroni acımasızdır; mizah bağışlayıcıdır. İroni aşağılayıcıdır; mizah mütevazi."/ "İroni şudur: Kendini ciddiye alan bir gülme, alay eden bir gülme, ama asla kendiyle alay etmez…" / "İroni, ötekine güler; mizah kendine güler, ya da başkasına da kendi gibi güler ve inşa ettiği ya da ortaya çıkardığı anlamsızlığın içine kendini, her koşulda, her zaman dahil eder." Şimdi sorabiliriz herhalde: Bu ülke "Gezi"ye kadar mizahla uğraşırken ortaya çıkan şey daha çok hangisine yakındı? "Mizah"a mı yoksa "ironi"ye mi? (Ben kendi adıma ikinci seçeneği işaretliyorum.) Bu ülkenin mizahı ezici çoğunluğuyla bugüne kadar "kendini içine dahil etmeden" hep başkasına gülmedi mi, kendini "ciddiye" almadı mı? Kanat Atkaya"nın dünkü yazısı ("Yok anne biz arkalardayız zaten", Hürriyet) bu yeni mizahla, daha doğrusu doğrudan "mizah"la karşılaşmanın sevincini yansıtıyordu. Şu satırlarda mesela: "Gümüşsuyu"nda barikatta gaz olmuş, su basmış haldeyken "Ben bu haldeyim ama sen bir de Toma"yı görecektin" yazmayı başarana "Yoğun stres altında yaratıcılık" ödülü vermek ve elini sıkmak isterim." " "3 gündür yıkanamıyoruz, Toma gönderin" yazanın yanağından ayrıca makas almak isterim." "Çarşı"nın 155 Polis İmdat"ı arayıp "nerede kaldınız, merak ettik" başta olmak üzere bu direnişe armağan ettiği her espriyi, her sloganı ve elbette her jesti, (…) unutmayacağım." Atkaya"nın gözlemlerini ve çıkardığı sonuçları ben de paylaşıyorum. Bu gerçekten bambaşka bir mizah. Bugüne kadar böyle bir şeyle karşılaşmamıştık. O zaman soralım: Bu mizah niçin bugün çıktı ortaya, niçin "Gezi"yi bekledi? Soruyu (sorumu!) şöyle yanıtlayacağım: Çünkü bugüne kadar İstanbul, "Gezi"nin özelliklerini taşıyan bir politik eyleme sahne olmamıştı. Taksim"de tabii ki yüz binlerin katılımıyla onlarca parti mitingi, bir o kadar 1 Mayıs mitingi gerçekleşmişti. Ama bu bir araya gelmeler "mizah"a yer açmayan, izin vermeyen türdendi. Farklı açılardan oluşturulmuş "ironi" tabii ki meydandaydı ama "mizah" yoktu. Bu karşılaştırmayı "Gezi" ve eskileri önemli/önemsiz gibi bir sınıflandırmaya tabi tutmak için yapmıyorum. Yaptığım eski paradigmanın Taksim"leri ile yeni paradigmanın "Gezi"sinin pek çok yönden olduğu gibi "politik" açıdan da farklı olmasına işaret etmekten ibaret. "Mustafa Keser"in askerleriyiz" gibi bir sloganın akla gelebilmesi büyük ölçüde bu yeni kuşağın yeni politikayla tanışmasının sonucudur. Sadece o değil, "Yeter artık yaaa polis çağıracam!"/ "Hiçbir şey Garanti değildir" / "Al sana gündem!" ve benzeri sloganların akla gelebilmesi de tabii ki. Karşılaştığımda beni de gülümseten şu sloganı da bilmeyenlerin bilgisine sunmak isterim: "Sayın Arınç, neden mizah?" Çok güzel değil mi? "Mizah"ı da mizaha konu yapan böyle bir mizah dili ile bugüne kadar karşılaşmamıştık doğrusu… Akla hemen Paris 68"ini getiren bu sloganları kaleme alanların bir taraftan da içinde her cinsten küfür bulunan sloganları silmeye/kazımaya çalıştıklarını da unutmayalım. "Sınıf bilinci" olmayan bir "sınıf" oluşturan bu gençler "bireysel" alanlarını korumaya kararlı ama "bireyci" değiller; "hazcı" ama aynı zamanda fedakârlar; şiddet karşıtı ama aynı zamanda kararlılar… Gezi protestocularının bu ana çekirdeğine biraz daha yakından bakmayı bir sonraki yazıya bırakalım. 35 "Yeni Şafak'ta Kürşat Bumin'e yol göründü!" 36 T24 aracılığıyla okurlarıyla paylaştı: Birkaç gün öncesinin bir haber başlığı: “Çelik: Devlet kadrosuna 18 bin 846 memur alınacak.” Yani, Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in açıkladığı gibi 2013 Haziran KPSS sonuçlarına göre yapılacak merkezi yerleştirme işlemleri için 18 bin 846 kadro ve pozisyon için yerleştirme talebinde bulunulmuş. Haberin pek bir özelliği yok, çünkü hepimiz biliyoruz ki seçimler arifesinde “Devlet Kadrosu”nda yeni kadrolar açmak âdettendir. Ancak bize son derece olağan bir gelişmeyi duyuran bu haber tahmin ettiğiniz gibi “eksik” bir haber. Haberin “eksikliği” söz konusu 18 bin 846 kadroya kimlerin nasıl, hangi yöntemle atanacağını söylerken ülkenin vatandaşları içinde yer alan son derece önemli bir kesimin sıralanan yöntemlerden geçmiş olsa da yine dışarıda bırakıldığını hatırlatmamasından kaynaklanıyor. “Son derece önemli bir kesim”den, yani başörtülü kadınlardan söz ediyorum. Nüfusun yarısı kadın ve bu kadınların yüzde 65’e varan kesimi başörtülü olduğuna göre, “vatandaşlık” söz konusu olduğunda ilk akla gelen temel hak ve özgürlükler ( “seçme ve seçilme özgürlüğü” ve “kamu görevlerine atanabilme hakkı”) bu sefer de “kadro dışı”dır… Bugüne kadar çok söyledik çok yazdık. Başörtülü kadınlara “Devlet Kadrosu”na gelmeden “özel sektör”ün önemli bir bölümü de kapalıdır. Başörtülü kadınlara – mesela - “konfeksiyon atölyeleri” açıktır, ama bu atölyelerde üretilen malların teşhir ve satışının yapıldığı işyerleri kapalıdır. Başörtülü kadınlara müşteri ile yüz yüze gelinmeyen ofislerin bir bölümü açıktır, ama sıra “yüz yüze” mekânlara gelince kapalıdır. Siz hiç herhangi bir banka şubesinde (şu sıralar “faizsiz bankacılık” sektöründe de sayıları son derece azaldı) çalışan başörtülü bir görevliyle karşılaştınız mı? Tamam, hadi diyelim ki orası “özel sektör” ve çalışanlarına ilişkin kuralları kendisi belirliyor. (Böylesi de “medeni âlem”de memnu ama neyse..) Peki ya Devlet? En büyük işveren Devlet, kadroları içine nüfusun yarısının yüzde 65’ini oluşturan başörtülü kadınlara kapamış ve açmaya da niyeti yok gibi. İşte, 57 kadının imza koyduğu (dünkü gazetelerde yer alan) çağrı metni – bir kere daha Meclis’in ve “Devlet kadroları”nın kapısının başörtülü kadınlara açılmasını talep ediyor. Okuyoruz: “Bizler, başı örtülü kadınlara yönelik eşitsizlik yaratan her türlü uygulamaya karşı çıkıyoruz. Başörtülü kadınların kamu hizmetlerinde görev alma, başta milletvekilliği olmak üzere merkezi ve yerel yönetimlere seçilme haklarının önündeki her türlü yasal ve yasal olmayan engelin ortadan kaldırılmasını talep ediyoruz. Hizmet alan-hizmet veren ayrımı yapmıyoruz. Emek piyasasında başörtülü kadınlara yönelik örtük ayrımcılığa son verilmesini istiyoruz…” Ne güzel, görüyorsunuz Türkiye çoktan bu noktaya ulaşmış durumda, gelinen bu noktanın kıymetini bilmek gerekmez mi? Ayrıca biliyorsunuz; başörtülü kadınların kamu hizmetlerinde görev alamamaları çoğu zaman sanıldığı gibi öyle yasa/Anayasa değişikliğini gerektiren bir konu değildir. Söz konusu yasak bir “Yönetmelik”le (Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık Kıyafetine İlişkin Yönetmelik) belirlenmiştir. (Yani değiştirilmesi ne kadar da kolay!) İsterseniz, söz konusu Yönetmelik’in kadın kılık ve kıyafetine ilişkin bölümünü hatırlayarak gülümseyelim biraz: “Elbise, pantolan, etek temiz, düzgün, ütülü ve sade, ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı, görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış, tırnaklar normal kesilmiş olur. Ancak bazı hizmetler için özel iş kıyafeti varsa görev sırasında kurum amirinin izni ile bu kıyafet kullanılır. Kolsuz ve çok açık yakalı gömlek, bluz veya elbise ile strech, kot ve benzeri pantolonlar giyilmez. Etek boyu dizden yukarı ve yırtmaçlı olamaz. Terlik tipi (sandalet) ayakkabı giyilmez.” Başka bir arzunuz? (“Devlet”e söylüyorum!) “ “Aşağıdaki yazı -büyük ihtimal- yarınki Yeni Şafak’ta yer almayacak. Çünkü gazetenin “İnsan Kaynakları Şefi” olduğunu söyleyen (Ruhi Bey’di sanki!) bir görevli telefonla gazete ile ilişkimin kesildiğini bildirdi. İbrahim Bey’in (Karagül) talimatıymış. Hatırlayanlar vardır belki, on ay kadar önce de yine bu “İnsan Kaynakları”ndan gelen bir telefonla haftalık yazı sayım 5’ten 3’e indirilmişti. Bu durumda ben de, madem yazı yazılıp gönderildi, ziyan olmasın diyerek T24’e postaladım. Görüldüğü gibi yazının ilk bölümü yıllardır hakkında yazıp çizdiğim “başörtülülere getirilen yasaklar” konusunda. Yazının ikinci bölümü olan “not”ta ise Yeni Şafak’ta köşe tutmuş bir kalemin (Salih Tuna) geçenlerde yayımladığım bir yazıma ilişkin iler tutar tarafı olmayan “eleştirisi”ni değerlendiriyorum. Yazının bu faslı –özellikle- asap bozucu olarak algılanmış olacak. 37 Her ne ise de, 16 yıldır sırasında (Alper Görmüş ile hazırladığımız “Kronik Medya” sayfasını da sayacak olursak) haftada 10 yazı ile yer aldığım Yeni Şafak’tan (hem de bir “İnsan Kaynakları Şefi”nin telefonuyla!) ihraç edilmiş bulunuyorum. Aşağıdaki yazının sonunda da söylediğim gibi, Yeni Şafak gibi bir zamanların muteber bir gazetesinin bu hallere düşmüş olması, az emeğim geçmediği için beni gerçekten üzüyor. Yolları açık olsun diyelim mi, demeyelim mi siz karar verin… Ancak tuttukları yolun iyi bir yol olmadığını (ben de) hatırlatırım. “ 38 ÇİZGİMİZDEN ÖDÜN VERMEDİK "Yeni Şafak gazetesi, kurulduğundan bu yana çok sesliliği ve düşünce özgürlüğünü esas alan bir yayın çizgisi izledi. Bundan sonra da bu yayın prensibinden hiçbir ödün vermeyecektir. Gezi eylemlerinin oluşturduğu sert rüzgarlar sırasında Yeni Şafak'taki çok seslilik hiçbir gazetede yoktu. Yazarlarımızın önemli bir bölümü, gazetenin yayın politikasından farklı olarak kişisel düşüncelerini özgürce ifade etmişlerdir. Kendi gazetelerinin yayın çizgisine muhalif tek cümle kuramayanların gazetemizi bu açıdan sorgulamalarını ciddiye bile almıyoruz. Kürşat Bumin'in gazetemizden ayrılmasının düşünce özgürlüğü ya da bu çok seslilikle hiçbir ilgisi yoktur. Yazısında yer alan, kurumumuzu hedef alan ve rencide edici bulduğumuz bir ifadesinden dolayı, yollarımızı ayırma kararı verdik. Durum bundan ibarettir." A.Görmüş: “ Kanal7’nin ana haberlerini sunan Ahmet Hakan. Bumin, olan bitene gündüz Yeni Şafak’taki yazılarıyla karşı çıkıyor, akşam da Ahmet Hakan’ın haber bülteninde yorumlarıyla bu mesaisini sürdürüyordu. Ahmet Hakan, bir halkla ilişkiler görevlisinin telefon tebliğiyle Bumin’in Yeni Şafak’taki yazılarına son verildiğinde (Temmuz, 2013) şöyle yazmıştı: 39 “Sene 1995... Dindarların ezildiği, yalnız bırakıldığı, geriletildiği, üstüne gidildiği günlerdi. Herkeslerin ‘Aman adım Refah Partisi’nin yanında anılmasın’ diye köşe bucak kaçtığı günler... Kürşat Bumin’i o günlerden beri tanırım. “İslami dünya görüşüyle hiçbir ilgisi olmamasına” karşın Refah Partisi’ne yapılan kötülüklere itiraz etti, baskılara karşı çıktı, Resmi ideolojinin zulmüyle incelikli bir şekilde hesaplaştı, sözünü hiç sakınmadı, 28 Şubat’ta medyanın içine düştüğü perişan hali en düzeyli ve en cesur şekilde deşifre etti. Bütün bunları Yeni Şafak’ta yaptı... AK Parti iktidarı döneminde de çizgisini bozmadı. Yeni Şafak’taki köşesinde ‘Doğruya doğru, eğriye eğri’ dedi. Fakat sonunda... ‘Biz’ ve ‘onlar’ anlayışı, ara renklere tahammülsüzlük, ‘Ya bizdensin ya onlardan’ yaklaşımı Kürşat Bumin’e de tosladı. Yazı sayısını düşürmüşlerdi, şimdi de kapıyı gösterdiler. Üstelik hayli saygısız bir şekilde...” 40 Yeni Alevi açılımında neler var? Yeni açılımı Başbakan Ahmet Davutoğlu, Tunceli'de açıkladı. Cemevlerine ibadethane statüsü verilecek mi? Açılım, Alevilerin taleplerini karşılayacak mı? Şirin Payzın sordu; İzzettin Doğan, Veli Ağbaba, Mustafa Akyol, Kürşat Bumin ve Celal Turna, Ne Oluyor?'da tartıştı. 41 Aklıma hiç gelmezdi bir gün bu dünyayı bırakıp gideceğin. Seni düşündüm gün boyu. Ne çok ortak anı, ne çok farklı yerde biriktirmişiz. Birbirimizi severdik, kim ne derse desin. Sensiz bu dünyada daha bir yanlız hissedeceğiz kendimizi. Nur içinde yat sevgili dostum Kürşat Bumin. 42 Edirne'de Tören’de bağrıldı: 'Atatürk İlâh değildir, Allâh'ın Qanunları var. Atatürk Batı'nın Qanunları’nı getirdi' . 43 Atatürk Resim, Heykel, Büst değil; Ruh, Fikir ve dDüşünce’dir: 1- Bağımsızlık ve Özgürlük Karakterim’dir. 2- Cumhuriyet Kimsesizler’in Kimsesi’dir. 3- Hayat’ta en Haqiqî Mürşid İlim’dir. 4- Yurt’ta Barış, Dünyâ’da Barış. Bunlar bir Ülke’yi Şah’a kaldırır, niye olmadı? 44 Ufuk Uras'ın İsteği de Haqlı: "Bir Kemalist’e "Putlar’a tapıyorsunuz" dediklerinde, " Hayır, Sözkonusu olan savunduğumuz Değerler’dir" diyebilmeli. Aslında Târih’te Putperestler bile Put’a tapmaz, Put denilen Figür’de simgelenen Değerler’e inanır. Dewlet’in Gücü’ne dayanmadan Değerleri’ni savunamamak bir Zaaf’tır. " 45 "Arkadaşlarıma dedim ki, artık Atatürk İlâhım. 10 Yıl önce Atatürk'e tapıyorum demezdim, ama artık Atatürk'e tapıyorum dedim. Arkadaşlarım da aynı Şekilde dediler ki, Mine, aynı Fikir’deyiz. Çünkü bundan 10 Yıl önce biz İlk Cumhuriyet Dönemi’nin Kusurları’nı da görüyorduk. Atatürk'ü severdik ama Küçük Kusurları’nı da görürdük. Şimdi ise bir Kusur bulana çakacak vaziyetteyiz. Yani artık o kadar Kinli’yiz." Kaynak: Bir Kemalistten İtiraf: Atatürk Benim İlahım, Tapıyorum! 46 "Kanadı Kırık Mine tutuklansın" diye bir kampanya başlatmışlar. "Hangi Güç/Gerekçe ile bunu isteyeye bilirsiniz? Ne Demokratlığa sığar, ne Müslümanlığa. Birinde "Demokratik Haqqı"dır, diğerinde "Müslümanlığın tanıdığı İnanmama Hürriyet’i". Böylesi bir Talep "ancak Kemalistlik'le Mümkün". " 47 Şükrü Karatepe (d.1949): 10 Kasım 1996'da kendi Partilileri’ne hitaben yaptığı Konuşma: "Zaman zaman içinde bulunduğumuz Şartlar’da, Mecburiyet Karşısında gittiğimiz Yer’de, İnancımız’a küfredilirken, Milletimiz’e küfredilirken, Bütün dDeğerlerimiz’e küfr’edilirken, içimize Kan akıyor ama Resmi gGörevimiz İcab’ı orada bulunmak Zorunda kalıyoruz" 48 ERÜ Mimarlık Fakülte’si Dekan Wekil’i Prof.Dr.Veysel Aslantaş, "Qıyâmet’e kadar onu ve yaptıklarını bu Millet’in unutmasına asla Müsaade etmeyeceğiz. O, 'Çağdaş Uygarlık Düzeyi’ne' erişmek için neler yapmadı ki. Türk'ün 1000 Küsur Yıl boyunca İlmî, Edebî, Târihî, İqtisâdî, İdârî, Huquqî, Fikrî, Harsî, Medenî vs. Bütün Faaliyetleri’ni Kayıt altına aldığı Alfabe’yi, Ecnebî Alfabesi’yle değiştirdi. Türk'ün 1000 Küsur Yıllık Kılık Kıyafeti’ni, Ecnebi Qıyafeti’yle değiştirdi ve Herşey’den Önemlisi Türk'ün 1000 Küsur Yıl Tabi olduğu Allâh'ın Ahkâmı’nı Ecnebiî Qanunları’yla değiştirdi. Daha neler yaptı neler. Şimdi sen bir Türk Ewlad’ı ol da, onu ve yaptıklarını unut unutabilirsen. Mümkün mü? Ne unuturuz, ne de unutturulmasına Müsaade ederiz" 49 Karar Gazetesi Yazar’ı Oğur, ‘Bunlar çok tuhaf şeyler doğrusu’ başlıklı bir yazı yazdı. Bumin’in Ölümü’nün hemen Öncesi’nde “Hocacılar Grubu”nun Qarar Gazetesi’nin yayınladığı ‘Baskı görüyoruz’ Açıklaması’nı hatırlatan Yıldıray Oğur, “Kürşat Bey’in Medya Eleştirileri’ni yazdığı Yeni Şafak’ın Yöneticileri’nin kurduğu Qarar’ın dünkü 1.Sayfası’ndaki Açıklama herhalde bu Ahlâqî Üstünlüğün ve Haqlılığın nasıl kaybedildiğinin, Başımız’a ne kadar Tuhaf Şeyler geldiğinin Son İlanları’ndan biriydi” diye yazdı.” 50 “KÜRŞAT BUMİN’İN ARDINDAN - 28 Şubat faşizmine karşı sözüyle ve kalemiyle verdiği cesur mücadeleyle... - Her dönemde güçlünün değil haklının yanında yer almasıyla... - Hiçbir zaman bir aşiretin, bir mahallenin adamı olmamasıyla... - “Namuslu ve onurlu aydın” nitelemesini fazlasıyla hak etmesiyle... Ardından her zaman “İyi bilirdik/İyi bilirdik/İyi bilirdik” diye haykıracağımız... Bir yazardır... Bir hocadır... Bir düşünce adamıdır... Bir erdem anıtıdır... Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın.” 51 Koru: Cenaze töreni sırasında hocanın “Nasıl bilirdiniz?” ve “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” sorularına cemaat topluca cevap verir ya, genellikle sıra savma kabilinden olur o sorucevap faslı. Bumin için, cenaze töreninde bulunanlar, her iki soruya da gönülden “İyi bilirdik” ve “Helal olsun” cevaplarını verdiler. Bir kesimin esas ona ‘helallik’ borcu var.” Güzel bir insandı. Ebedi hayatı da güzelliklerle geçsin. Allâh Rahmet eylesin.” 52 “ Dostumuz Kürşat Bumin’i yolladık. İki Ayaklı bir Wicdân, işleyen bir Aqıl, satılmayan bir Qalem, Mahalleler arası bir Elçi, Sâkin bir Deniz’di. Yolu Açık olsun. “ “Bir süredir kanser tedavisi gören dost insan Kürşat Bumin’in vefatını teessürle öğrendim. Vicdanını örtmeyen, kalemini satmayan aktif bir iyi idi. Şahidiz. Kendisine rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim.” 53 1981,Yazko yay. 54 1983,Alan yay. 55 1986, Ayrıntı yay. 56 1997,Patika yay. 57 1998,İletişim yay. 58 2002 (2004 Vadi Yay.) 59 2002 60 "2002 akp Nazlı'nın evinde Ali Bulaç, Dilipak falan, İsrailliler Amerikalılar vardı ya hani. hani projelendirilmişti ya. işte öyle bir şey." "Yeni bir taraf gazetesi medyası doğuyor. Karar "hocacılar"ın "zaman"ı olsun. tv5 te "gülcüler"in "stv"si olsun. Saadet'e ise "ömür boyu saadetler." Geçmiş olsun. Akp projesi bile kurulurken daha "onurlu" idi. Erbakan'dan gidenlerin kimi hasa chp'ye eski akp'ye dönüşleri onurlandırıyor akp'yi." M.E.