bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
Giriş
Bu çalışmanın amacı Toptaşı Bîmarhânesi örneği üzerinden Osmanlı delilerini görmeye ve duymaya çalışmaktır. Meseleye bakışımızı, bir Bîmarhâne örneği üzerinden bir delinin kim olduğunu belirlemek, toplum, devlet ve iktidar ilişkisi üzerine sorular sormak ve yeni tartışma alanları açmak
olarak biraz daha detaylandırabiliriz. Bunu yaparken de zengin Osmanlı
arşiv malzemesinden elde edilen örnek vakaların kullanımına ağırlık vereceğiz. Böyle bir yöntemin tercih edilmesinin ardında büyük genellemeler
yapılırken kenara itilen adı, ailesi, dostları, sevgilileri, eşleri olan gerçek
bireyleri bulma kaygısı yatıyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun başşehrinde deliler, XIX. yüzyıl başlarında,
Haseki, Süleymaniye ve Sultanahmet Dârüşşifası olmak üzere üç akıl hastanesine kapatılmaktaydı. Ayrıca 1837’de kurulan Balıklı Rum Hastanesi,
1874’de kurulan Ermeni Hastanesi gibi azınlık hastanelerinin de az sayıda
akıl hastalarını barındırdıkları pavyonları olduğu bilinmektedir (Ünver
1959, XXII: 1198-1200, Koptagel-İlal 1981, XII: 355). Akıl hastalarının
İstanbul’daki diğer bir mekânı Şişli Lape-Hastanesi’dir (Hospital La-Paix)
(Erkoç-Yazıcı 2006: 129). Fakat Toptaşı Bîmarhânesi 1924’e kadar İstanbul’da, Osmanlı delilerinin tecrit ve tedavi edildikleri temel kurum olma
özelliğini korumuştur. Cumhuriyet Türkiyesi’nde ise Bakırköy’deki Reşadiye kışlaları binasının akıl hastanesi yapılmak üzere Mazhar Osman’a
verilmesi ile Türkiye’nin en büyük akıl hastanesi niteliğini bugüne kadar
koruyan Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi kurulmuştur (Koptagel-İlal 1981: 359), bilgi için ayrıca bk. Taşkıran 1972: 11-14,17-18,
Bayülkem 2002: 35-46, 2007).
Bîmarhâneye Girmek mi Zor Çıkmak mı?
Toptaşı, Üsküdar ilçesinde, Atik Valide Külliyesinde yer almaktadır ve III.
Murad’ın annesi Nurbânu Sultan tarafından 1582 tarihinde yaptırılmıştır.
1873’te Süleymaniye Darüşşifasındaki salgın hastalık sebebiyle akıl hastalarının başka bir yere nakli gerekince en uygun mekânın Toptaşı olduğuna
karar verilmiş ve aynı yıl bütün deliler buraya taşınmıştır (Erkoç-Yazıcı
2006: 109, ayrıca bk. Yıldırım 1994: 295, Sarı 1992: 169-177.).
Toptaşı’nda delilerin nasıl yaşadığı ve gerçekten sadece delilere ait olup
olmadığı halk kadar aydınların da merakını uyandırıyordu. Bilhassa Meşrutiyet’in ilan edildiği hürriyetin heyecanlı günlerinde, Mazhar Osman’nın
çarpıcı anlatımından da takip edileceği üzere (1933: 122), bu karşı konulamaz bir hale geldi. Toptaşı’nın böyle bir anlam kazanmasında kapılarının
ziyaretçilere kapalı olmasının rolü büyük olsa gerek (Uzman 1933: 120).
92
•
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
Ziyaretçiler için bu kadar zor olan giriş acaba deliler için de geçerli miydi?
Bir başka ifadeyle, bir deli Toptaşı’na nasıl girer ve nasıl çıkardı? Aslında
zannedilenin aksine Toptaşı’na kabul edilmek deliler için de o kadar kolay
değildi. Çünkü Bîmarhâne yönetiminin temel sorunu aşırı yığılmaydı ve
bu eski yapı genişletilmeye uygun olmadığından doğal olarak yapılabilecek
mümkün olduğunca yığılmanın önüne geçmekti. Bunun ne kadar köklü
bir problem olduğunu görmek için XIX. yüzyılın sonuna kadar geriye
gitmek gerekiyor. Bir delinin Toptaşı’na girebilmesinin ilk ve temel şartı,
ailesi ve bulunduğu yerde muhafaza edilemeyecek durumda yani çevresindekiler için ciddi bir tehdit olmasıydı.
Toptaşı esasen İstanbul’daki delilere tahsis edildiğinden taşradan gelenlerin
yer olmadığı gerekçesiyle geri çevrilmelerine oldukça sık rastlanır. Taşradaki bir delinin başşehirdeki Bîmarhâneye kapatılmasında bürokratik süreç
şu şekilde işlemekteydi. İlgili valilik durumu Dahiliye Nezareti’ne bildirerek delinin Toptaşı’na kabulü için izin istiyor ardından Nezaret, Şehremanetine hasta kabulünün mümkün olup olmadığını soruyordu. Buradan
alınan cevap valiliğe bildiriliyordu ki sonuç çoğunlukla Bîmarhânenin
İstanbul’daki delilere bile yetmediğinden kesinlikle yeni hastalar gönderilmemesi yönünde oluyordu. Örneğin, 3 Aralık 1899’da Dahiliye Nezareti, Trabzon Valiliğinin vilayetlerinde muhafaza edilemeyen dört hastanın
Toptaşı’na alınmasına dair 20 Eylül 1899 tarihli yazısına, İstanbul Şehremaneti, hastane mevcudunun çok fazla olması sebebiyle hasta kabul edilemeyeceğini bildirdiğinden hastaların mahallerinde tedavi ve muhafaza
edilmesi gerektiği şeklinde cevap veriyordu (BOA DH. MKT Dosya No:
2279, Gömlek No: 8). Burada olduğu gibi bazen aylarca sürebilen izin
alma süreci beklenmek zorundaydı. Daha kötüsü sonunda gelen ret cevabı
karşısında taşra yönetimi sorun ile baş başa bırakılıyordu. Merkezi yönetim
“mahallerinde muhafaza ve tedavi” emri ile aslında taşradaki yetkililerden
delinin kendine ve çevresine zarar vermeyecek derecede tecridini istemekteydi. “Tedavi” meselesi kapalı kalmakla birlikte en azından “muhafaza”
bahsinde Dahiliye Nezareti temel esası belirlemişti: ‘aile ve akrabaları olanlar aileleri tarafından kimsesiz olanlar ise, belediyesi tarafından tutulacaktır’.1 Ancak bunun çok ta dikkate alındığını söyleyemiyoruz. Zira Dâhiliye
Nezareti, 22 Haziran 1912’de Selanik Valiliğine verdiği cevapta, Bîmarhânenin İstanbul delilerine bile yetmediğinden vilayetlerden deli gönderilmeyip aile ve akrabaları tarafından, kimsesiz olanların ise, belediyelerce
muhafaza, bakım ve tedavi edilmelerinin bildirildiğini, fakat bu emre rağmen delilerin gönderilmesine devam edilmesinin büyük sorunlara sebebiyet vereceğini bildiriyordu (BOA DH. İD. Dosya No: 55, Vesika No: 91).
Elbette çok kısa sürede olumlu cevap verilen örnekler de var. İşte bunlar93
•
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
dan biri, 22 Ekim 1912’de Amasyalı fakir bir kadının İstanbul’daki hastanelerin birinde ücretsiz olarak tedavi için gönderilmek istendiği ve boş
yatak olup olmadığı Sivas Valisi Kamil Efendi tarafından Dahiliye Nezaretine bir telgraf ile sorulur. Dahiliye Nezareti durumu 26 Ekim’de Şehremaneti’ne bildirerek görüş ister. 6 Kasım’da Mecânin Müşahedehanesi’nin
kadın kısmında 4 boş yatak olduğu müşahedehanenin evrak memurluğundan öğrenilerek Dahiliye Nezaretine bildirilir. Nezaret de 10 Kasım’da
Sivas Valiliğine boş yer bulunduğundan kadının gönderilebileceği haberini
verir (BOA DH. İD Dosya No: 55, Vesika No: 79).2
Muhafaza kim tarafından nerede ve nasıl yapılacaktır? Her şeyden önce
sağlam ve delinin gözetimine izin veren bir mekân seçilmelidir. Ancak
bütün sorun bu kadar değildir. Bunun için Amasyalı Şakir Ağa’nın yaşadıklarına bakmak yeterlidir. Şakir Ağa cinnet geçirerek karısı ve kızını
boğmaya teşebbüs eder. Feryatları tesadüfen duyan bir jandarma pencereden içeri atlayıp güç bela ile zavallıları ölümden kurtarır. Ancak artık ailesi
onunla birlikte yaşamak istememektedir ve bunu da yetkililere bildirmişlerdir. Şakir birkaç gün zaptiye ve hapishane de muhafaza edilir. Çok geçmeden bağrışlarından görevliler rahatsız olurlar. Artan şikâyetler üzerine
buradan da aldırılıp bir dükkânda hapsedilir. Görüldüğü gibi delinin bir
yere kapatılması muhafaza anlamına gelmemektedir. Nitekim biçare deli
iyileşeceğine büsbütün çıldırmıştır. Muhafızlar, bu kadar uğraştıkları halde
iyileşmek bir yana iyice çıldıran Şakir’in durumundan üstlerini haberdar
etmeyi gerekli görürler. Ne yapacaklarını bilememektedirler ve bu sorundan artık kurtulmak istediklerinden İstanbul’a gönderilmesine izin verilmesini rica ederler. Gerçi merkezin taşradan hasta gönderilmemesine dair
emrinin bilindiğinin altını çizerler. Bu vurgu aslında emre rağmen kendileri için bir istisna yapılmasını istemeye cüret edecek kadar çaresiz kaldıklarının ifadesidir (BOA YEE 132/31).
Reddedilmenin yaygınlığı karşısında Toptaşı Bîmarhânesine giriş en azından deliden kurtulmak isteyenler için bir şans gibi görünüyor. Delinin
Toptaşı’na kabulünden sonra ailesi ve yöneticiler ulaşımın nasıl yapılacağı,
gereken yol masrafının kim tarafından ve nasıl ödeneceğini düşünmek
zorundaydı. Tabii ki yol masraflarını karşılamak öncelikle ailenin yerine
getirmesi gereken bir sorumluluk olarak kabul edilir. Ancak aile bunu
karşılayamayacak kadar fakir veya deli kimsesiz ise o zaman sorumluluğu
belediye üstlenmeliydi. Örneğin 1911’de Elazığ’da ahaliye saldıran ve ailesi
tarafından muhafaza edilemeyen Mecnun Mehmed Şerif’in yol masrafı
İstanbul’daki Bîmarhâneye kabul edildiği takdirde kardeşi tarafından verilecekti. Nitekim Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti kabul edildiğinin açık94
•
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
lanması üzerine Mehmed Şerif’in velisi tarafından harcırahı verildiği takdirde bir görevli nezaretinde Bîmarhâne’ye götürüleceğini bir telgraf ile
haber veriyordu (BOA DH. EUM. THR Dosya No: 63, Vesika No: 28).
Görevi delinin kendine ve çevresindekilere zarar vermesine engel olmak
olan bir memurun refakati zorunluydu. Ayrıca hasta ile birlikte bulunduğu
yerin belediye tabibi raporunun da merkeze ulaştırılması gerekiyordu3.
1917 Haziranında aile ve akrabası tarafından zapt ve tedavisi mümkün
olmayan Sivaslı İsmail’in Toptaşı’na sevkine izin verilmesi ile harekete geçilir. İsteğin uygun bulunması üzerine 4 Ağustos’ta, 16 Temmuz’da bir telgraf ile gerekli izin verilen İsmail jandarma refakatinde İstanbul’a gönderilmeye hazırdır. Fakat İsmail’in Toptaşı’na girmesi için henüz bütün engeller
ortadan kalkmamıştı. Şimdi maddi sorun halledilmeliydi ve bu da en az
izin almak kadar zordu. İsmail ve ona eşlik edecek jandarmanın yol masrafı
için toplam 274 kuruşa ihtiyaç duyuluyordu ki bunun temini yetkilileri
oldukça meşgul etmişe benziyor. İsmail sevki ile ilgili bürokratik işlemler ve
gerekli paranın teminini beklemek zorunda kalmıştı ve bu süre zarfında
iaşesi ile nerede tutulacağını da düşünmek gerekmişti. Eylül’de para gelmemiştir ve ne zaman geleceği de belirsizdir. Kısa bir kayıtta sevki emredilen delinin yürümekten aciz olduğu hattâ yerinden ayağa dahi kalkmağa
muktedir olmadığından sevkin gerçekleşemediği haber verilir. Aslında muhitinde muhafaza edilemediği için sevkine karar verilen İsmail’in bu kadar
aciz anlatımı şaşırtıcıdır. Acaba yoldaki uzun bekleme mi onu bu hale getirmişti? (BOA DH. UMVM Dosya No: 80, Vesika No: 59).
İsmail’in Toptaşı’na ulaşıp ulaşmadığını ve ulaştıysa burada ne kadar kaldığını bilemiyoruz. Ancak eğer Toptaşı’na girebildiyse onu zor yaşam şartları beklemekteydi. Belgelere yansıyan şekliyle kalabalık ve yetersiz bir
bütçe buradaki hayatı oldukça güçleştirmekteydi. Daha 1888’de Toptaşı
Bîmarhânesinin tamir ve tanzim edilerek delilerin tedavi ve istirahatleri
için çalışılmıştır ancak mevcudun Bîmarhânenin kaldıramayacağı kadar
artmasının önüne geçilemiyordu. 150 deli yerlerde yatırılmakta ve müşahedeye alınmak üzere Aralık’ta Zaptiye’den gönderilen bazı mücriminin
iskân ve muhafazalarında zorluk çekildiğinden genişletilip tanzim kılınarak
bu durumu ortadan kaldırmak için Valide Camii imaretinin buraya ilhakı
Evkaf-ı Hümayun’dan talep edilmiştir. Fakat imaret işlemekte olduğundan
terkinin söz konusu olamayacağı cevabı alınır. Hâlbuki Bîmarhânenin
buna şiddetle ihtiyacı vardır. İmaretin yaptığı işler o civardaki bir başka
imarete yaptırılabileceği ileri sürülerek Dahiliye Nezareti aracılığıyla bir
çözüm bulunmasına çalışılır. Ancak aynı yıl Şehremaneti’ne hitaben yazı-
95
•
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
lan belgeden anlaşıldığı kadarıyla, Evkaf-ı Hümayun Nezaretinin cevabı
değişmeyecektir (BOA DH. MKT Dosya No: 1504, Gömlek No: 29)4.
Bütün uyarı ve emirlere rağmen Toptaşı’ndaki yığılmanın önüne geçilemiyordu. Bir derece de olsa rahatlama sağlamak için en sık başvurulan yöntem aile ve akrabalarına teslim ya da hastaları İstanbul’daki başka mekânlara yönlendirmekti. Bu konuda en büyük yardımcıları Hapishane-i Umumi
Hastanesi’ydi. Fakat Hapishane-i Umumi’deki delilerin muhafaza ve bakımı konusunda Zaptiye Nezareti ile Şehremaneti sık sık karşı karşıya
geliyordu. Sorunların iletildiği ve arabulucu olması istenen merkez ise
Dahiliye Nezareti’ydi. Hapishane-i Umumi’nin bir özelliği de Toptaşı’nda
yer olmadığı için kabul edilemeyen Ermeni, Rum ve Musevi delilerin
Müslümanlarla birlikte burada barındırılmasıdır. Aslında Osmanlının
gayr-i Müslim delilerinin ilk adresleri kendi ispitalyalarıdır. Musevilerin ise
böyle bir yerleri yoktu. Dolayısıyla Museviler yanında kendi ispitalyalarında yer olmadığı gerekçesiyle Ermeni ve Rum deliler de sıklıkla Toptaşı’na
yönlendirilmekteydi. En önemli mesele gönderilenlerin iaşesinin kim tarafından karşılanacağıdır. Sayıları günden güne artan delilerin Hapishane’de
ikametlerinin masrafına Zaptiye Nezaretinde karşılık bulunması gerekmektedir. Bu sebeple Nezaret, Bîmarhâneye nakl oluncaya kadar bu deliler
için özel bir yer temin edilerek oraya çıkarılmaları ve masrafın karşılanması
talebinde bulunur. Oysa Şehremaneti 15 Kasım 1893 tarihli tezkirede,
Bîmarhâne’nin daimi masrafının ancak oranın idaresine yettiğini Hastanedeki delilere verilmesi gereken iaşe giderlerinin Zaptiye bütçesine yapılacak
ek ile Hazineden ödenmesini önerir. Ancak yetkililerden mecâninin masrafının esasen Şehremaneti’ne ait olduğu, Hapishane-i Umumi Hastanesinde bulunsalar da bu geçici bir süre olduğundan Zaptiye bütçesine ek
yapmak yerine Şehremaneti’nden karşılanmasının uygun olacağı cevabını
alır (BOA DH. MKT Dosya No: 173, Gömlek No: 31).
Tek mesele iaşe değildir. 1892’de ispitalyada yer olmadığı gerekçesiyle
kabul edilmeyen Rum deliler Hapishane-i Umumi’nin alt katına yerleştirilmiştir. 20’yi aşan sayıları ile yetkilileri korkutan salgın bir hastalığın baş
göstermesidir. 22 Mart 1909’da Hapishane-i Umumi’de müşahede altında
tutulan delilerin sayısının artışından yakınılmaktadır ki bunlardan 17 tanesi Rum ve sayıları belirtilmeyen Ermeni deli kendi ispitalyalarına kabul
edilmediklerinden orada tutulmak zorunda kalınmıştır. Yetkililer buradaki
izdiham yüzünden bir bulaşıcı hastalıktan korkmaktadır. Dolayısıyla Rum
ve Ermeni patrikhanelerine kendi delilerini almalarına dair baskı yapılması
gerektiğini düşünmektedirler (BOA ZB Dosya No: 312, Gömlek No: 47).
96
•
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
Girişin bu kadar zor olduğu Toptaşı Bîmarhânesinden nasıl çıkılabilirdi?
Elbette öncelikle Bîmarhâne tabipliği tarafından hastalığın “kesb-i iffet”
ettiğinin onaylanması gerekiyordu. Bundan tam olarak ne kastedildiği her
zaman açık değil. Aklın kaybı ve yeniden bulunması nasıl olabilirdi? Geçici
olarak kayıp edilen akla tedavi ile yeniden kavuşulması mümkün müydü?
Eğer mümkünse bu, kişinin yaşamının kaldığı yerden devamı anlamına
gelebilir mi? Ailesi, işi, arkadaşları ve komşuları ile ilişkilerinde bir değişim
oluyor muydu? Öyle görünüyor ki, girişte dikkate alınan, kendine ve başkalarına zarar verme kıstası çıkışın da temel şartıdır. Yani artık kendi ve
çevresi için bir tehdit olamayacak durumda bulunmalıydı. Bir başka ifadeyle, hastalığı geçmemekle birlikte daha sakin bir hâl aldığında veya tedavi edilip iyileştiğinde çıkabilirdi. Elbette buna karar veren doktordur. Bürokratik süreç ancak onun kararının ardından başlar. Örneğin 25 Mayıs
1908 tarihli bir belgeden Aydın’dan 21 Aralık 1907’de Bîmarhâneye gönderilen Mehmed’in doktorlar tarafından sağlığına kavuştuğu bildirildiğinden iade edileceğini öğreniyoruz (BOA ZB Dosya No: 404, Gömlek No:
42). Fakat çıkış işleminin tamamlanabilmesi için hastanın aile veya akrabalarından biri kefil olmalıdır. Nitekim 7 Ekim 1907 tarihli bir başka belgede, Bursa’dan getirilerek İstanbul’da Ermeni ispitalyasına yatırılan ve burada sağlığına kavuştuğu için memleketine gönderilmesine karar verilen
Mariyem’in hastalığının nüksetmesi halinde kendine ve başkalarına zarar
vermesine engel olmak için kefalete rabtı kayıtlıdır (BOA ZB Dosya No:
610, Gömlek No: 31). Kefilin sorumluluğu büyüktür. Zira hastanın sorumluluğunu artık tamamıyla o üstlenmektedir. Örneğin, Toptaşı Bîmarhânesinde tedavi altında tutulan mülazım-ı evvel İsmail Servet Efendi’nin
hastalığı ziyadesiyle “kesb-i hiffet” ettiğinden kendine ve başkalarına zarar
vermeyeceğine dair kefaletle çıkmasına izin verilebilecektir. Karısının hava
değişimi için Çanakkale istihkâm zabiti mülazım Nuri Efendi’nin yanına
gönderilmesine dair istirhamı hastanın durumu da göz önüne alınarak
olumlu karşılanmıştır. Ancak kendine ve başkasına zarar vermesine dikkat
edilecek ve dönüşünde zaptiyeye bilgi verilecektir. Üzerinde hassasiyetle
durulan husus, Bîmarhâne doktor heyeti tarafından muayenesi sonrasında
sağlığına kavuştuğuna ve “fennen istihdamında mahzur olmadığına dair
bir rapor ahz olunmaksızın devâir-i resmiye ve mevâki-i mühimmeye asla
ve kat’ā uğramamak ve yalnız bırakılmamak şartıyla kefalete rabtı”nın
lazım geleceğinin doktorlar tarafından ifade olunduğudur (BOA ZB Dosya No: 366, Gömlek No: 74).5
7 Ekim 1911’de Kayseri Mutasarrıflığı, Emniyet-i Umumiye Müdüriyetine 21 Eylül 1911 tarihli tahriratla kendilerine sevk ettikleri Kayserili Ateş
oğlu Mecnun Abdullah memleketine döndüğü, iyi olup olmadığı, oldu ise
97
•
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
tedavi eden doktorun rapor ve darüşşifadan nasıl çıktığının bildirilmesini
ister. Mutasarrıflığın endişesinde hiç de haksız olmadığı kısa sürede anlaşılır. Çünkü 21 Ekim’de Uzman Tabip müşahedehanede bu isimde bir
kayda rastlanamadığını bildiriyordu (BOA DH. EUM. THR. Dosya No:
100, Gömlek No: 6). Abdullah’ın güvenlik kuvvetinin refakatinden nasıl
kurtularak Toptaşı’na girmemeyi başardığını bilemiyoruz. Belki de Toptaşı’na teslim edilmişti fakat kaydı unutulmuştu veya kayıtları kontrol eden
doktorun gözünden bir şekilde kaçmıştı. Her ne şekilde olursa olsun Abdullah memleketine ulaşmıştı. İstanbul’dan Kayseri’ye nasıl gidebildiği çok
daha şaşırtıcı olmakla birlikte bizim için her zaman meçhul kalacak. 19
Eylül 1906’da Üsküdar Mutasarrıflığına gönderilen yazıda Hayri Efendi
illet-i dimağiyeye müptela olmasından dolayı Toptaşı Bîmarhânesinde
tedavi edilmiş ve hastalığının sakin bir hal alması üzerine Üsküdar’daki
hanesinde muhafaza edilmek ve kesinlikle dışarıya çıkarılmamak şartıyla
biraderlerine teslim edilmiştir. Hayri Efendi’nin akıl hastanesinden çıkışı
tamamen iyileştiği ve serbest bırakılabileceği anlamına gelmemektedir.
Aksine Bîmarhâne yerine artık evinde tecrit edilecektir. Ancak o ve ailesi
doktorlar ile aynı fikirde olmadıklarından bu dışarı çıkmama şartını kısa
sürede ihmal etmekte bir sakınca görmeyeceklerdi. Yanıldıkları nokta,
kontrolün değişik biçimlerde ve ne ölçüde iyi işlediğini fazlasıyla küçümsemiş olmalarıydı. Nitekim dışarı çıktığı derhal yetkililere haber verilir.
Haberi kimin verdiği açıklanmıyor. Burada önemli olan izleme ve kontrolün hâlâ devam ettiğidir. Zira durumu en kısa sürede araştırılacak ve eğer
dışarı çıktığı tespit edilirse yakalanarak Zaptiye’ye teslim edilecektir (BOA
ZB Dosya No: 393, Gömlek No: 109).
Bu kayıtlar bir arada değerlendirildiğinde görünen o ki, Toptaşı’ndan çıkış
zor değildi. Asıl zor olan kişinin daha sonraki hayatını kaldığı yerden sürdürme çabasıydı. 18 Nisan 1906’da Alaiye’de görevli polis Mustafa Efendi
bir müddet rahatsızlanmış fakat bir buçuk aylık bir hava değişiminden
sonra hastalığından eser kalmayıp tam olarak sıhhatine kavuşmuştur. Mustafa’nın görevini sürdürmesinde mani bir hal görülemediğinin zabıta
mecânîn mütehassısı tarafından da açıklanması üzerine azlinin uygun olmayacağına karar verilir (BOA ZB Dosya No: 441, Gömlek No: 11).
Diğer taraftan, Ürgüplü Tafil Efendi Mustafa kadar şanslı değildi. Bimarhane doktorunun da ifadesine dayanılarak hava değişimi ile aklına kavuşamayacak kadar hastadır ve yakın bir zamanda aklına kavuşması da ihtimal dâhilinde olmadığından belirsiz bir süre tedavi altında tutulması gerekmektedir. Dolayısıyla polis olarak görevine devamının mümkün olamayacağı düşünülmektedir (BOA ZB Dosya No: 68, Gömlek No: 108).6
98
•
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
Tımarhaneye giriş sadece mesleki kariyeri değil doğrudan yaşamın çok
daha özel alanlarını etkilemektedir. Kimi zaman bu, mahallesi halkının
onu kendi içlerinden kesin bir şekilde ihracına kadar varabilmektedir.
Örneğin, İncir Köyü’nde (Beykoz) üç kişiyi katleden ve beş kişiyi yaralayan Ahmed Bîmarhâneye sevk olmuştur. Fakat mahalleli bir gün iyi olup
evine gönderilmesi ihtimalinden korkmaktadır. Bunun için bir araya gelerek “kendisini hiçbir vechle kabul etmeyeceklerini” bir mazbata ile Beykoz
kaymakamlığına bildirirler. Beykoz Kaymakamlığı da Ahmed’in iyi olduktan sonra bile katiyen evine gönderilmemesi isteğini Üsküdar Mutasarrıflığına iletir. Sonraki aşamada İstanbul Valiliği 23 Ocak 1911 tarihli yazısında durumu özetler ve Ahmed bir gün iyi olup kanunen de tahliyesi cihetine gidilirse İncir Köyü ahalisinin bu konudaki müracaatının dikkate alınarak gereken tedbirin alınması hususunda Emniyet-i Umumiye Müdüriyetini uyarır (BOA DH. EUM. THR Dosya No: 58, Vesika No: 63).
İdeal Bîmarhâne: Bir Hayalin İzinde
Toptaşı’nın yetersizliği ve yaşanan sorunlar Avrupa’daki gibi akıl hastanesi
kurma düşüncesi ile birleştiğinde yeni bir hastane inşa etme planı gündeme geldi. Ne yazık ki bu büyük proje planlama aşamasının ötesine geçemedi. Ancak böyle bir hayalin izini sürmek bile heyecan verici. 1910’dan
1911’e kadar süren Şehremaneti, Dâhiliye, Maliye Nezaretleri ile Sadaret
arasındaki yazışmalardan yeni akıl hastanesine duyulan acil ihtiyaç, kurulacağı yer, hangi özelliklere sahip olacağı ve neden hayata geçirilemediği
hakkında geniş ölçüde bilgi sahibi olabiliyoruz. Aslında bütün plan başkente yakışır yeni bir hastane inşasından ibaret değildir. Toptaşı üzerindeki
yükün hafifletilebilmesi için ayrıca taşrada daha önce inşa edilmiş olan
Bîmarhâneler faal hale getirilecek, faaliyetine devam edenlere de çevredeki
vilayetler yönlendirilecektir (BOA DH. UMVM Dosya No: 95, Vesika
No: 9).
Yeni bir hastaneye duyulan ihtiyaç 15 Ocak 1910’da Müessesât-ı Hayriye-i
Sıhhiye Riyaseti’nden Şehremaneti’ne sunulan mazbatada etraflı bir biçimde dile getirilir: Belgenin başında, delilerin “beşeriyetin en ziyade calibi rahm ve şefkat ve maluliyetleri hasebiyle en çok muhtaç-ı muavenet bir
kısm-ı mühimini teşkil ettiği”nin belirtilmesi oldukça manidardır. Hemen
ardından da böylesine şefkate ve yardıma ihtiyaç duyan delilerin “temin-i
sıhhat ve afiyeti” için özel tedavihane inşasının ilk defa Osmanlı sultanları
tarafından Bursa, Manisa, Edirne ve İstanbul’da gerçekleştirildiğinden
gururla bahsedilir. İhtiyaç duyulan yerleri tamir edilen ve içinde yeniden
bazı daireler inşa olunan Bîmarhâne hâlâ gerek İstanbul gerekse taşradan
gelen illet-i dimağiyeye müptela olan biçarelerin tedavi edildiği mekândır.
99
•
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
Aslında belgede ilk bakışta böyle bir malumatın gereksiz görülebileceği
kabul edilir. Ancak açıklama, 400 sene önce ve o zamanki mimari usule
uygun olarak başka bir hayır amacıyla inşa edilmiş olan eski bir binanın
XX. yüzyılda tıptaki ilerlemelerin gerisinde kaldığı, artık Bîmarhâne şeklinde kullanılmaya devam edilmesinin imkânsızlığını göstermek içindir.
Bundan başka, dört tarafı mahalleler ile çevrili, bahçesiz ve yeni kat çıkılmasına imkân olmayan eski bir binaya tamirat için para harcamak boşunadır. Yapılması gereken geniş bir arazi üzerinde Avrupa’dakiler gibi yeni
bir hastane inşasıdır. Bunun için öncelikle geniş bir arazi tahsis edilmelidir
ki İstanbul civarında bu maksadı temin edecek çiftliklerden birinin müesseseye terki amacıyla işte bu mazbata hazırlanarak Babıâli’ye sunulmuştur
(BOA DH. UMVM Dosya No: 95, Vesika No: 9).
Devrin modern hastanelerinin taşıması gereken özelliklere sahip arazi çok
geçmeden belirlenir. Burası şehir sınırındaki Ayastefanos civarındaki Hazine-i Maliye’ye ait emlâkten Safra Çiftliği ile ona bitişik bir başka çiftliğin
yarım hissesinden oluşan geniş bir arazidir. Arazi sadece genişliği ile değil
havasının temizliği, suyunun bolluğu, şehir dışında ancak şimendifer hattına yakınlığı böylece ulaşıma elverişliliği ile dönemin modern hastane
anlayışının bütün şartlarına haizdir. 29 Kasım 1910 tarihli bir belgeden
anlaşıldığına göre, Sadaret’e Şehremanetinin bu arazide kurulacak bina
için mali destek isteği iletilmiş fakat Maliye Nezareti olumsuz cevap vermiştir. Şehremaneti kolay vazgeçmeye niyetli değildir. Bîmarhânedeki
delilerin %80’inin taşralı olması sebebiyle daimi masrafların Hazine-i Maliye’ce ödendiği hatırlatılarak İstanbul’da dönemin tıbbî gelişmelerine
uygun bir hastane inşaat masraflarını Şehremaneti tek başına kaldıramayacağına göre bunun hükümet tarafından karşılanmasının kaçınılmaz olduğunu belirterek talebini ısrarla yineler (BOA DH. UMVM Dosya No: 95,
Vesika No: 9).
Bir taraftan uygun arazinin elde edilmesi için bürokratik kanallar zorlanırken diğer taraftan da inşa edilecek ideal hastanenin hangi özellikleri taşıması gerektiği üzerine çalışmalar aralıksız devam ediyordu. İşte sonunda
İstanbul’da inşa olunacak yeni hastane projesi: 1- Bîmarhâne şehir dışında
fakat ulaşımı mümkün geniş bir arazi üzerinde kurulacaktır. 2- Meccanen
tedavi olunacaklar için 500 erkek ve 250 kadınlar için olmak üzere 750
yatak ve ücretli kabul edilecekleri için de 100 erkek ve 50 kadını barındırabilecek yatak kapasitesi olacaktır. 3- Meccanen tedaviye mahsus kadın ve
erkek dairelerinin her birinde 12 tane pavyon bulunacaktır. Pavyonlardan
bazıları ise şunlardır;
100
•
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
Pavyon ikiye taksim olunup bir kısmı sıradan delilerin müşahedesi,
ikincisi mücrim delilerin müşahedesine mahsus olacaktır:
Erkek Adedi: 40
Kadın Adedi: 20
Erkek Adedi: 120
Kadın Adedi: 60
Erkek Adedi: 50
Kadın Adedi: 25
Erkek Adedi: 30
Kadın Adedi: 15
Erkek Adedi: 40
Kadın Adedi: 20
Erkek Adedi: 30
Kadın Adedi: 15
Erkek Adedi: 20
Kadın Adedi: 10
Mecânin-i Sakine Pavyonu (Aydınlık ve açık renk boyalı olacaktır)
Mecânin-i Müteheyyice Pavyonu (Koyu renk boyalı olacaktır)
Mecânin-i Mütehevvire Pavyonu (Hücrelere ayrılacaktır)
Dahiliye hastası mecânine tahsis olunacak pavyon
Hariciye hastası mecânine tahsis olunacak pavyon
Bulaşıcı hastalıkları bulunan mecânine tahsis olunacak pavyon
4- Her pavyonun üst katında beş kişilik çok sayıda odalar ile bir koridor ve
yeteri miktarda helâlar yer alacaktır. Alt katında da yemekhane kış ve yaza
mahsus teneffüshaneler ve delilerin temizlemesine yetecek kadar banyo
mahalli ile çay, kahve ve süt içilebilecek bir yer, hademe odası ve çamaşır
odası yine bu katta lüzumu kadar helâlar bulunacaktır.
5- Aslında birbirinden ayrı bulunması gereken kadın ve erkek dairelerinin
birleşme noktasında merkezi bir fakat iki taraftan kullanılmağa müsait
olacak şekilde taksim olunacak ve hamam, banyo, duş, elektrik ile radyoterapi mahalleri bulunacaktır.
6-Erkek ve kadınlara mahsus dârüs-sınâ’a
7- Her iki kısımda musiki, oyun ve jimnastik ve mütalaa salonları
8- Ameliyathane dairesi
9- Memur Dairesi Müştemilatı
1-20’ye olması düşünülen oda, laboratuvar, salon amfiteatr vs.
101
•
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
Projenin altındaki 4 Mayıs 1910 tarihli ekte Bîmarhâne Komisyon üyelerinin neden böyle bir kuruma ihtiyaç duyulduğu ve ne yapılması gerektiğine dair açıklamaları sıralanır. Buna göre, uzun senelerin tecrübesi yanında Avrupa’daki gelişmelerin yakından takibi ile elde edilen idarî ve fennî
malumata göre sunulan Bîmarhâne inşaat ve teşkilatı hakkındaki izahat
yeterli gibi görünse de gelişmiş ülkelerde buna benzer yüzlerce hastane inşa
edildiği kaydedilir. Dolayısıyla bu ülkelere özel bir komisyon gönderilmesi
önerilir. Komisyonun görevi, mevcut hastaneleri özellikle de son dönemde
inşa olunanları tetkik edip birbirleriyle mukayese etmekti. Nitekim Avrupa’daki hastaneler gibi planlar hazırlatılıp ona göre inşaata başlanılmalıydı.
Bu suretle yapılan müesseseler pek küçük ölçekte olsa bile başarılı netice
vereceğinden iki kişilik bir komisyonun yol masrafının ödenmesi ile aslında kat kat tasarruf sağlanmasının beklendiği de özellikle belirtilir (BOA
DH. UMVM Dosya No: 95, Vesika No: 9). Fakat bütün bu çabalar
memleketin mali durumunun müsait olmaması sebebiyle hayata geçirilemeyecekti.
Toptaşı’ndaki yoğunluğa bir çare bulunması ihtiyacı yeni arayışları zorunlu kıldı. Mazhar Osman’ın kendi sözleriyle “yeni hastane her ne pahasına
olursa yapmalı diyorduk. Muharebeden mağlup ve fakir çıkmıştık. Bu
vaziyette gençler hükümetten Bîmarhâne istemeğe utanıyordu, çarı naçar
Dârülacezeyi istediler. Dârülaceze ne niyetle yenirse o tadı veren bir meyva
gibi idi” (Uzman 1933: 123-124). Mazhar Osman her ne kadar çoğul
ifade kullansa da Dârülaceze planının başında onun yer aldığını biliyoruz.
İstediği Dârülacezenin Toptaşı’na Toptaşı’nın da Dârülacezeye taşınması
ya da en azından Dârülacezenin bazı bölümlerinin delilerin kullanımına
tahsis edilmesiydi. Fikrin kurumu ziyareti esnasında oluştuğu ve harekete
geçmek için hiç vakit kayıp etmediği anlaşılıyor. Söz konusu naklin uygun
olup olmayacağını tetkik etmek üzere bir komisyon kurulur. Abdullah
Cevdet Bey’in başkanlığında toplanan komisyon, sırasıyla azadan Doktor
Mazhar Osman Bey, Bîmarhâne Ser-tabibi Avni Bey’in mütalaanamesi ile
Dârülaceze Müdürü Zühdü Bey’in layihasını dinler.
6 Ekim 1920 tarihli belgede Zühdü Bey, Dârülacezenin tarihine dair kısa
malumatın ardından müessesenin kuruluş amacının altını çizer. Bu görmezden gelinemeyecek kadar önemlidir. Zira itirazının temelini oluşturur
ve ardından da onunla bağlantılı diğer gerekçelerini birer birer sıralar:
Dârülaceze hasta, sakat, kimsesiz ve bakıma muhtaç çocuk, kadın, erkeklerin bakım ve iaşeleri için kurulmuştur. Deliler ile cüzam tedavisi vakfın
tesis amacının dışındadır. Nakil söz konusu olamayacağı gibi Dârülacezenin içinde bir mecânin tedavihanesi açmak da mümkün değildir. Çünkü
102
•
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
bu, delilerin hasta ve bakıma muhtaç akıllıların arasına yerleştirilmesi anlamına gelecektir. Böylece o zamana kadar emsali görülmeyen bir uygulama başkente sokulmuş olacaktır ki bu hiçbir şekilde caiz ve muvafık görülemezdi. Görüşünü desteklemek için de Müdür Bey, daha önce Etfal Hastanesi içinde bir mecânin tedavi ve müşadehanesi tesisi hakkındaki teklifin
hastane doktorlarının bir kısmının muhalefeti üzerine reddedilmesini hatırlatır (BOA DH. UMVM Dosya No: 113, Vesika No: 57). Bir hastanede doktorlar hasta olarak görülen delileri kendi kurumları içine almaz iken
Dârülacezeye sokulmak istenmesi arasındaki tutarsızlık gerçekten de ikna
edici bir gerekçe gibi görünüyor.
Dârülaceze müdürü ile Mazhar Osman’ın iki zıt görüşü arasında tercih
yapmaya yardım edecek bir başka uzmanın görüşü sorulur ki bu, dönemin
önde gelen akliye-asabiye doktoru ve aynı zamanda Bîmarhâneyi yakından
tanıyan Avni Bey’dir. Avni Bey 29 Kasım 1920 tarihli mütalaanamesinde
delilere ait binaların kısa tarihçesini vererek Toptaşı Bîmarhânesinin hal-i
hazırda imparatorluktaki delilerin muhafaza ve tedavi edildiği bir kurum
olduğunu dile getirir. Bundan sonra Bîmarhâne’nin hangi kurumlara bağlandığını sıralar ki bu husus onun meseledeki tavrının dayanak noktasını
teşkil eder. Özetle, Bîmarhâne ilk önce Evkaf-ı Hümayun Nezaretine bağlıdır. Ancak daha sonra değişik kurum ve nezaretlere bağlanmıştır. Avni
Bey, Bîmarhânenin bir takım nezaretlere devir olunmak yerine eskiden
olduğu gibi Evkaf-ı Hümayun Nezaretine bağlanması gerektiğine inanmaktadır. Eğer bu olsaydı Bezm Alem Valide Sultan Hastanesi örneğindeki gibi yeterli mali güce sahip olunacağını hattâ bu güç ile yeni bir Bîmarhânenin bile inşa edilebileceğini savunur. Bîmarhânenin Dârülacezeye
nakli meselesine gelince bu şekilde “terekkiyat-ı hazıra-i fenniye ile mütenasip bir teşkilat vücude getirilemeyeceği” gibi en az 40-50.000 lira kadar
para sarf etmek gerekecektir. Ayrıca Dârülaceze müdürü ile aynı kanaati
paylaşır yani böyle bir uygulama kabul edilemezdir (BOA DH. UMVM
Dosya No: 113, Vesika No: 57). Avni Bey’in bulunduğu pozisyon yanında
bir uzman doktor olarak meslektaşının teklifine karşı olmasının karar verilmesi aşamasında etkili olduğu göz ardı edilemez. Şurası açık ki, Avni
Bey de Bîmarhânedeki yığılmaya çare bulmak, delilere daha uygun yaşam
alanı sağlamak istiyor ve girişimleri neticesiz kalsa da vazgeçmiyordu. Ancak bu ortak amaca ulaşmakta kullanılacak yol konusunda Mazhar Osman
ile anlaşamıyorlardı.
Mazhar Osman Bey’in 21 Ekim 1920 tarihli mütalaanamesini “Osmanlı
Tababet-i Akliye ve Asabiye Cemiyeti Reisi” olarak imzaladığını özellikle
belirtmeyi gerekli görüyoruz. Bu, aslında onun çok sayıda uzman doktor
103
•
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
üyeyi temsil ettiğini ve onların kendisine tam destekleri olduğunu açıklıyordu. Metnin bütününe her zamanki gibi Mazhar Osman’ın güçlü ifade
yeteneği hâkimdir. İşte onun proje mimarı olarak görüşlerinin özeti: Toptaşı’nda aslında Darülhadis olarak tesis edilen bina akıl hastalarını şifa
vermek için değil belki ancak onların hürriyetini gasp ve en elim bir zindan hayatı yaşatmaya yaramaktadır. Hava alacak bir bahçesi bile olmayan
kasavetli, güneşsiz, havasız ve esaslı surette ıslahı mümkün olmayan bir
mahaldir. Delilerin bu binadan çıkarılması en vicdani, insani ve medeni
bir vazifedir. Safra Çiftliği’nde yeni bir Bîmarhâne yapılması için teşebbüs
edildiği halde savaş esnasında en az yüz binlerce liraya tahmin olunan böyle bir müessesenin yapılmasına maddi imkân bulunamamıştı. Bütçenin
müsaadesizliği ve inşaatın fevkalade pahalılığı yüzünden ne yeni bir bina
yaptırılabileceği ne de bir bina satın alınamayacağı ortadadır.
Mazhar Osman’ın hayalini kurduğu yer sadece delilere mahsus bir Bîmarhâne değildir. Ülkede sayıları her gün artan sinir hastaları, yatalak tabir
edilen mefluçler, abdal ve sar’alılar, harp ve kaza neticesi kolları ve ayakları
sakat kalanları tedavi ve kabul edecek bir müessese yoktur. Bunlar sokakta
kalacak kadar düşkün kısmından ise polis tarafından toplanarak ya Toptaşı
Bîmarhânesi ya da Dârülacezeye tıkılmaktadır. Her ikisi de asabiye hastalığı olduğu halde vurup kırıyorsa Bîmarhâne, sakin oturuyorsa Dârülaceze
malı telakki olunmaktaydı. İdeal bir Bîmarhânede bulunması gereken
vasıflara en fazla sahip olan bina Dârülacezedir. Kurum kapasitesinin ancak üçte birini kullanmaktadır. Ayrıca acize denilenler de emraz-ı asabiye
hastanesi malı değil midir? Dârülacezenin bozulması veya Bîmarhâne ile
yer değiştirmesi söz konusu değil bilakis Dârülacezenin ıslahı ve fennî bir
hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Mazhar Osman bu konuda ne kadar
kararlı olduklarını gösterecek şekilde sözlerine şöyle son verir; “bugün hâlâ
Dârülacezeye tasavvur ettiğimiz şekli vermekte mahzur görenler varsa her
zaman ilzama muktedir olacağımız için bu meselenin hemen halini ve icap
ederse sahip-i ihtisas zevattan bir komisyon teşkilini istirham eylerim”
(BOA DH. UMVM Dosya No: 113, Vesika No: 57). Şurası açık ki kararlılık tek başına yeterli değildi ve karşı tarafın gerekçeleri de en az onunki
kadar sağlam temellere dayanıyordu. Nitekim komisyon Mazhar Osman’ın önerisini reddetti. Karara temel oluşturan, Darülacezenin akıl hastası olmayan kimsesizler için bir müessese olarak vakfedilmiş olması ve
vakfın kuruluş şartının aleyhine kullanılamayacağıydı (Uzman 1933: 124,
Bayülkem 2002: 132).
Gerek Dârülaceze planı gerekse ondan yaklaşık on yıl önceki yeni Bîmarhâne projesinin tek ortak noktaları başarısızlıkları değildi. Birleştikleri
104
•
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
diğer bir nokta, Avrupa’dakilere benzer bir hastane kurma çabasının bir
parçası olmalarıdır. Dolayısıyla Osmanlı akliye ve asabiye uzmanlarının
hayal ettikleri Bîmarhâne toplumdan olabildiğince çok tecrit edilmiş, müstakil ve geniş bir mekândır. Bir külliyenin parçası olarak inşa edilen
Bîmarhânelerin şehrin içinde diğer sosyo-kültürel hayır kurumları ile iç içe
mekânlar oldukları göz önüne alındığında XX. yüzyılın ilk çeyreğindeki
dönüşüm dikkat çekicidir. Acaba mekân algısındaki farklılık zihniyetteki
derin bir değişimin ürünü müydü? Toplumun artık delileri kendisinden
olabildiğince uzakta tecrit etmek istediği anlamına mı geliyordu? Ya da
farklılığın çekiciliği gözlerimizi gereğinden fazla mı kamaştırıyor?
Mekânsal yakınlık veya uzaklık tecridin derecesine bir değişiklik getiriyor
muydu? Bir başka ifadeyle deli, daha önce akıllılara daha yakındı da şimdi
daha mı uzaktaydı? Toplum böylece kendini aklın güvenliği içinde tehlike
ve huzursuzluktan yeterince arınmış hissedebiliyor muydu? Aslında yukarıda farklı bağlamlarda geçen ifadeleri bir araya getirdiğimizde buradaki
sorular karşısında bizi doğru cevabın ne olduğu kararsızlığı içinde kayıp
olmaktan bir ölçüde kurtaracak ipuçlarını yakalayabiliriz. Nitekim hatırlanacağı üzere, Dârülaceze Müdürü, kendi kurumunu akliye ve asabiyecilerin taarruzuna karşı korurken öne sürdüğü gerekçelerden biri, delilerin
şehir içindeki bir hastanede “akıllı hastalar” arasına konulmasına doktorların karşı çıkışıydı. Bu örnek, en azından 1920’lerde akliye ve asabiyecilerin
deliliğin de bir hastalık olduğu, tedavi edilebileceği ve diğer hastalarla aynı
binalarda tutulabileceklerine dair savunmalarının kendi meslektaşları içinde bile kabullenilmediğini göstermesi bakımından anlamlıdır. Zindan veya
tecrit edilmiş Toptaşı’nda yaşayan bir deli mekân olarak şehrin içinde olsa
da şehrin yaşamının bir parçası değildir. Diğer taraftan akliye ve asabiyeciler hastaları için şehir dışında, geniş bir alan üzerinde, kendileri gibi ayrıcalıklı ve en medenî yaşamı sunduklarının gururunu yaşarlarsa da yine tecrit
kıskacı içindeki deliler bize aynı gururu yaşamaktan çok uzak görünüyor.
Sonuç olarak, burada bir Bîmarhâne örneği üzerinden belirli bir zaman ve
mekânda bir grup insana delilere, belgeler ve metinler üzerinden dokunmaya çalıştık. Bununla birlikte Bîmarhâneye girmeden önce ve çıktıktan
sonraki süreç de konumuzun tamamlayıcı unsurları olduğundan ilgimizin
tek başına kurum ile sınırlı kalmadığını itiraf etmeliyiz. Görünen o ki,
kişinin Bîmarhâneden çıkışı zannedildiği kadar zor değildi. Asıl zor olan
çıktıktan sonra yaşamın kaldığı yerden sürdürülebilmesiydi. Bir kere aklın
yasak sınırını geçen biri olarak bunu her zaman yapabileceğine duyulan
inanç ile hayatı boyunca mücadele etmelidir. Kaldı ki bu, sadece çevresine
değil öncelikle kendine karşı vermek zorunda olduğu bir savaştır. Ne kadar
bir uzman tarafından hastalığının “kesb-i âfiyet ettiği” onaylansa da bir
105
•
bilig
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
GÜZ 2013 / SAYI 67
başkasının kefaleti altına girmeli yani onun sorumluluğunu bir başkası
üstlenmelidir. Dolayısıyla, Bîmarhâneden çıktığında özgürleşmemekte
aksine gözetlenen ve denetlenen biri olarak yalnız kalma özgürlüğünü
kayıp etmektedir.
Bu çalışma, son Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminde delilik ve delilerin tarihini incelemeye yönelik çok daha kapsamlı bir araştırmanın bir
parçası olarak kaleme alınmıştır. Meseleye böylesine geniş bir çerçevede
baktığımızda şu soruların kaçınılmaz olduğunun farkındayız: Devletin
çeşitli organlarında kaleme alınan belgelerden veya doktorların yazılarından dinlediklerimizin tam olarak onların sesi olduğunu iddia etmek ne
ölçüde mümkündür? Ya da dinleyenin kendi hikâyesini değil de anlatanın
gerçekleri olduğunu nereye kadar savunulabiliriz? Ancak yine de denemeye
değer. Zira biz onlarsız bir toplum tarihi düşünemiyoruz. Deliler ne kadar
yabancı ve tehlikeli bulunarak duvarlar ardına konursa konsun toplumdan
tamamen tecrit edilemediler. Hepsi akıl hastanelerine konamadığına göre
hangileri serbest bırakıldı? İktidarın çeşitli mekanizmaları yoluyla dışlama
isteğinin ne kadarı hayata geçirildi veya geçirilemedi? Sayfalar dolusu kanunlar, kurallar, maddeler ve yasakların acaba pratikteki anlamı neydi?
Osmanlı belgelerinde sık sık “İnsanlık içinde en fazla bakıma ve şefkate
muhtaç olduğu” tekrarlanan delilere gösterilecek şefkatin koşulları var
mıydı yoksa bu tamamen koşulsuz, karşılıksız ve sınırsız bir şefkat miydi?
Soruları daha da çeşitlendirebiliriz ve inanıyoruz ki çeşitlendiği ölçüde de
yeni çalışmalar bizi bekliyor.
Açıklamalar
1
Bunun ne ölçüde bir çözüm olabileceği ise tartışmaya açıktır. Zira Kosova Valiliği 17
Şubat 1900’de Dahiliye Nezaretine akrabaları tarafından zaptedilmeleri mümkün olmayan ve muhafazaları için bir yer de bulunmayan delilere ne şekilde muamele olunacağını
soruyordu (BOA DH. MKT Dosya No: 2320, Gömlek No: 37).
2
Sadece Toptaşı değil diğer Bîmarhâneler için de aynı bürokratik süreç takip edilmekteydi. 13 Kasım 1912 ve 10 Temmuz 1913 tarihli örnekler için bk. (BOA DH. İD. Dosya
No: 55, Vesika No: 81 ve DH. İD. Dosya No: 55, Vesika No: 92).
3
1907’de tedavi için İstanbul’a gönderilen Selanikli Rıfat’a bir memurun eşlik etmesi
ayrıca tabip raporunu da getirmesi gerektiğine dair bk. BOA ZB Dosya No: 451, Gömlek No: 76. Yine, 1907’de Selanikli Hamdi’nin Bîmarhâneye kendine ve başkasına zarar
vermemesi için bir kişinin eşliğinde gönderilmesine dair BOA ZB Dosya No: 451, Gömlek No: 129.
4
1891’de istek tekrarlandıysa da cevap değişmeyecektir (BOA DH. MKT Dosya No:
1883, Gömlek No: 8).
106
•
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
5
Bir tımarhaneden çıkış doğrudan doktorların buna karar vermesi yanında aile ve yakınlarının isteği ve bu isteği dile getiren dilekçe ile de başlayabilmektedir. Fakat unutulmamalı ki, isteği inceleyerek son kararı veren yine doktorlardır.
6
10 Temmuz 1906’da Refahiyeli bir polisin görevden alınması isteğine dair bk. BOA ZB
Dosya No: 98, Gömlek No: 22.
Kaynaklar
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)
DH. EUM. THR Dosya No
Vesika No
:63
:28
:100
:6
:58
:63
DH. İD Dosya No
:55
Vesika No
DH. MKT Dosya No
:173
Gömlek No :31
DH. UMVM Dosya No
ZB Dosya No
:79, 81, 91, 92
:2279
:8
:2320
:37
:1504
:29
:1883
:8
:2015
:118
:80
Vesika No
:59
:95
:9
:113
:57
:451
Gömlek No :76, 129
:312
:47
:404
:42
:610
:31
:366
:74
:393
:109
:441
:11
:68
:108
:98
:22
Y.EE 132/31.
107
•
bilig
GÜZ 2013 / SAYI 67
• Kılıç, Osmanlı Devletinde Deliliğin Tarihi: Toptaşı Örneği •
Bayülkem, Faruk (2002). Türkiye’de Psikiyatri, Nöroloji ve Nöroşirurji’nin Tarihi
Gelişimi. İstanbul: Roche.
Ergin, Osman (1940). Tıp Mektepleri, Enstitüleri ve Cemiyetleri. İstanbul: İstanbul
Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü.
Erkoç, Şahap ve Yazıcı, Olcay (Ed.) (2006). Mazhar Osman ve Dönemi mecnunları, mekanları, dostları. Yy: Argos İletişim Hizmetleri.
Kazancıgil, Aykut (1991). Binbaşı Elhac Rıza Tahsin’in, Tıp Fakültesi Tarihçesi
(Mir’ât-ı Mekteb-i Tıbbiye) İstanbul: Özel Yay.
Koptagel-İlal, Günsel (1981). “Son 100 Yılda Türkiye’de Genel Çizgileriyle Psikiyatri ve Psikosomatik Hekimliğin Gelişimi”. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dergisi XII (Temmuz). 355-372.
Sarı, Nil (1992). “Toptaşı Nûrbânû Valide Sultan Darüşşifası”. I. Türk Tıp Tarihi
Kongresi-Bildiriler. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay. 169-176.
Taşkıran, N. (1972). “Türkiye Hizmetinde Büyük Bir Hekim: Süleymaniye
Bîmarhânesi’nin son, Toptaşı’nın ilk Başhekimi, Louis Mongeri”. Haseki
Tıp Bülteni XI. 1-18.
Tez, İlhami (1965). Mazhar Osman. Yy: Burhaneddin Erenler Matbaası.
Uzman, Mazhar Osman. (1933). Sıhhat Almanakı Cumhuriyetin onuncu senesini
kutlarken Hekimlerimizin halkımıza armağanı. İstanbul: Kader Matbaası.
Uzman, Mazhar Osman (1933). Sıhhat Almanakı. İstanbul: Kader Matbaası.
Ünver, A. Süheyl (1959). “Türkiye’de Psikiyatri Tarihi Üzerine”. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası XXII (4): 1198-1207.
Yıldırım, Nuran (1994). “Toptaşı Bîmarhânesi”. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. C. VII. İstanbul: Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yay. 295.
108
•
bilig
AUTUMN 2013 / NUMBER 67
91-110
The History of Madness in the Ottoman
State: Toptaşı Example
Rüya Kılıç
Abstract
The aim of this study is to analyse the history of the mad and of
madness in the Ottoman Empire, on the basis of the data of a
mental hospital, or to be more precise on the date of the Toptaşı
Bîmarhânesi. From 1873 to 1924, Toptaşı was the main institution where the insane brought to Istanbul from all corners of
the empire were hospitalised. When you look at it from the perspective of the Republic of Turkey, Toptaşı represents a past in
the history of the insane that one would rather forget. What is
interesting is that this institution was also the target of criticism
in Ottoman times. The project and efforts of both the administrators and of the doctors to establish an ‘ideal mental hospital’
like those in Europe came to naught. It is on the basis of such
an example that we shall try to determine who the insane were,
to ask questions concerning relations between the state and
power, and to open up new areas of debate. With this in mind,
rather than making sweeping generalisations, we shall opt for a
method based on studying real individuals, with a name, a
family, friends, lovers, and spouses. We believe that a study of
the history of madness is important not just from the point of
view of the history of Turkish psychiatry, but also from the
point of view of the Turkish history of society, because no matter how many attempts were made to enclose the insane, considered alien and dangerous, behind walls, it was not possible to
isolate them completely from society. It is for this reason that
we cannot even imagine a history of society devoid of them.
Keywords
Ottoman, mental hospital, mad, hospital and/or mental hospital, madness, psychiatry
_____________
Assoc. Prof. Dr., Hacettepe University, Department of History – Ankara / Turkey
ruya@hacettepe.edu.tr
109
•
билиг
oceн 2013 / В пусĸ 67
91-110
И
Р
е
я
Кылыч
еша е ь ва в О
а
е еТ
аш
а
Аннотаци
. В
1873
1924
,
.
.И
,
«
»
,
.
«
Е
»
/
. В
,
,
.
,
И
,
,
,
,
.
/
,
.
,
/
,
.
.
Кл чевые Слова
,
,
,
_____________
,
,
–А
.
.,
ruya@hacettepe.edu.tr
110
•
/