TÜRKİYE’DE KADIN OLMAK


İnsanoğlunun başlangıcı kabul edilen Âdem ile Havva’dan beri “kadın” doğanın ve yaşam şartlarının tüm zorluklarına rağmen dünyada insan nüfusunun ve üretiminin yarısını oluşturan vaz geçilemez bir güçtür. Kadın varlığını sürdürmek ve toplumsal konumunu güçlendirmek için sürekli bir mücadele içerisindedir. Bu mücadelenin boyutu, her toplumun ve inancın kadına olan farklı yaklaşımıyla şekillenmiştir. Dünya medeniyeti içerisinde, Türk kültür ve devlet geleneğinde kadın önemli bir değere sahiptir. Günümüz dünyasında ortaya çıkan hızlı teknolojik ve toplumsal değişimin etkisiyle, özellikle kadınlara yönelik Arap kültür emperyalizminin baskılarına rağmen, Türk kültür ve geleneğinde kadın, toplumun sağlam temeller üzerinde inşa edilmesi ve aile yapısının sağlıklı bir şekilde devam etmesi için çok önemli role sahiptir.

Tarihin her döneminde, Türk aile yapısında veya herhangi sosyal biriminde kadına gösterilen saygı ve değer, kendilerini medeni olarak tanıtan ve kadına şeytan olarak bakan, diri diri toprağa gömen, kara çarşafların ve peçelerin arkasına saklayan toplumların çok daha önünde çağdaş bir yapı göstermiştir. MÖ 6. yüzyılda yaşayan ve sadece Türklerin ilk kadın hükümdarı değil, dünya tarihinin de ilk kadın hükümdarlarından biri olan Tomris Hatun, efsanevi Saka Türklerinin kraliçesidir. İsmi öz Türkçedir ve günümüz Türkçesinde "Demir" anlamına gelir. Türkleri birleştirmiş, turan birliğini kurmuş ve Turan Kağanı olan Alper Tunga’nın torunudur. Tarihçiler tarafından dünyanın ilk kadın hükümdarı olarak kabul edilmiştir. Savaş stratejileri konusunda uzman olan Pers İmparatorluğu’na karşı muhteşem bir zafer kazanmıştır.

Türk örf ve adetlerine göre kadın ve erkeğin toplumdaki konumu eşittir. Kadını eğitimsiz ve işsiz bırakmak, eve kapatmak, ona baskı ve şiddet uygulamak gibi medeniyet dışı uygulamalar Türklerde insanlık dışı davranışlar olarak kabul edilir. Kadın; kardeştir, abladır, annedir, yuva yapandır, sağduyu ve vicdandır. Çocukların ilk eğitmeni ve hamisi annedir. Türk kızı istediği erkekle evlenebilir. Evlilikte zorlama yoktur. Kız çocukları ile erkek çocukları birlikte yetiştirilir, at biner, ok atar, kılıç kullanmayı öğrenir. Kadın hanenin reisidir. Atalarımız ananın önemini vurgulamak için; “Ana ölünce baba da ölür.” diyerek bir gerçeğin altını kuvvetle çizmiştir. Çocuğun eğitimi öncelikle ailede başlar. Ailedeki eğitimciler anne ve babadır. Tabi ki en önemli eğitimci annedir. Bir anne çocuğunu iyi eğitemezse o çocuk eğitimsiz olduğu için mantıklı düşünemez ve doğru kararlar veremez, kıyaslayamaz; her duyduğuna ve okuduğuna inanır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk bunun bilincinde olduğu için şöyle demiştir: “Kadının en büyük vazifesi analıktır! İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu vazifenin ehemmiyeti layıkıyla anlaşılır. Dünyada her şey kadının eseridir.”

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Türk Kurtuluş Savaşı içerisindeki milli mücadele dönemine kadar toplumsal değerini devam ettiren Türk Kadını, özellikle milli mücadelede gösterdiği kahramanlıklarla Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli rol oynamıştır. Nitekim milli mücadelede kadın, evde evladına ana, cephedeki askerine çarık, düşmana karşı ise mermi olmuştur. Mustafa Kemal’in “Dünyada hiç bir milletin kadını, ben, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar gayret gösterdim diyemez” sözü cumhuriyet kadınına verilen değerin açık bir ifadesidir. Milli mücadelenin zafere ulaşması ve cumhuriyetin kurulmasından sonra, Türk kadını; 1926-1934 yılları arasında, Atatürk Devrimleri ile sosyal, kültürel, siyasal ve hukuki haklarını Fransa, İtalya ve İsviçre gibi, batıdaki birçok ülkeden yıllarca önce kazanmıştır. Kadınlara seçilme hakkının tanımasından sonra gerçekleşen 1935’deki ilk genel seçimlerde, TBMM’ye 18 kadın milletvekili girmiştir. Cumhuriyetimizin kurulması ile birlikte kadınlarımız meslek sahibi olmada, kamu alanlarında, siyasette, bürokraside daha etkin rol almaya başlamıştır. Türk Aile yapısını yasal olarak düzenleyen Türk Medeni Kanununun kabulü ile birlikte, ekonomik ve toplumsal hayatta yasal olarak da kadın erkek eşitliği sağlanmıştır. Aslında; kadın-erkek eşitsizliği, kadına karşı psikolojik ve fiziksel şiddet ile cinsel istismar, erken yaşta evlilik, kadını eve kapatmak ve iş hayatından koparmak gibi gerici ve medeniyet dışı uygulamalar Türklerin örf ve adetlerine aykırıdır. Bu tavır ve davranışlar kültür emperyalizmi ve yozlaşması ile dışarıdan ithal edilen yanlış hareket tarzlarıdır. Tüm dünyada çağdaşlaşma ölçütlerinin başında, kadına tanınan hak ve özgürlükler, kadının toplumdaki, iş ve eğitim hayatındaki rolü gelmektedir.

Ülkemizde kadınlara yönelik problemlerin başında, kadına yönelik şiddet, sosyal ve iş hayatında ayrımcılık, taciz, istismar ve tecavüz yer almaktadır. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet toplumsal bir hastalıktır. Şiddet dendiğinde akla gelen, fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddettir. Başta sosyal ve toplumsal hayat olmak üzere, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, şiddetin önlenmesi, cinsel şiddet, taciz ve istismar ile ilgili kapsamlı yasalar çıkartılması, kadınların güçlendirilmesi ve toplumdaki statülerinin yükseltilmesine yönelik başta eğitim ve hukuk olmak üzere her alanda çalışmalar yapılması gerekir. Türk kadınının; her türlü siyasi çalışmada, siyasi partiler ve dernekler dahil sivil toplum örgütlerinde en az seçmen oldukları oranda demokratik olarak seçilmesi ve etkin bir şekilde görev imkanı bulması için gerekli yasal ve eğitimsel çalışmalar yapılmalıdır. Bir asırlık cumhuriyet döneminde ülkemizde bir kadın cumhurbaşkanının olmaması normal değildir. Yasama, yargı ve yürütme organları ile üst düzey kamu yönetiminde kadın sayısı en az yüzde elli oranında olmalıdır. Bu demokrasinin, insan haklarının ve anayasamızın gereğidir.

Kadına ve çocuklara yönelik şiddet, töre cinayetleri, kadın cinayetleri, mağduru kadın olan taciz ve tecavüzler, eğitimden uzaklaştırılan ve erken yaşta evlenmeye zorlanan kız çocukları haberlerinin olduğu ve tartışıldığı bir Türkiye istemiyoruz. Tarihimize ve geleneklerimize saygılı medeni bir toplum olarak, kadına ve çocuğa yönelik şiddeti toplumsal bir hastalık olarak kabul etmek zorundayız. Bir ülkede kadın ve çocuklar şiddet görüyor ve öldürülüyorsa o ülkenin geleceği de ölüyor demektir. Asla unutmamalıyız ki kadınlarımız; annelerimizdir, eşlerimizdir, çocuklarımızdır, sevdiklerimizdir, evine ekmek götüren emekçilerdir. Bir kadına şiddet uygulamak insanlık değerlerinden uzaklaşmaktır, “Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” diyen atamıza ve şanlı tarihimize ihanettir.

İnsanca davranmak varken şiddet uygulamak, yetersiz ve aciz bir kişinin hareket tarzıdır. Sevgi insanlığın, şiddet ise vahşi hayvanlığın bir yöntemidir. Sevgi ve bilgi paylaştıkça çoğalan insanlık değerleridir. Dünyanın yarısını kadınlar oluşturur, diğer yarısını da kadınlar yetiştirir. Her kadın bir annedir, anneye el kaldıran ise ya canidir, ya delidir. Şiddete karşı susanlar da en az şiddet uygulayanlar kadar suçludur. Kadınların kıyafetlerini ve davranışlarını sorgulamak yerine şiddet yanlısı erkeklerin karanlık ve hastalıklı zihniyetlerini tedavi etmek gerekir. Tedavi ve çözümün temel unsuru eğitim ve eğitimle desteklenen hukuki düzenlemeler ve uygulamalardır. Özellikle erkek çocuklarımıza okul öncesi eğitimle başlayacak şekilde bütün eğitim süreçlerinde cinsel eğitim verilmesi; ergenlik ve evlilik öncesi cinsel danışmanlık ve rehberlik hizmetleri verilmesi; evlilik öncesi anne, baba ve eş eğitimleriyle birlikte "evlilik ehliyeti" verilmesi; ailelere psikolojik destek, eğitim, seminer gibi bilgilendirici faaliyetlerin yasal ve zorunlu birer eğitim faaliyeti haline getirilmesi gerekir. Dünyada ve Türkiye'de kadına yönelik şiddet konusunda bilinçli ve duyarlı olmak, kadının sosyoekonomik açıdan güçlü olmasını sağlamak, kadınların şiddetle mücadele için eğitimli olmalarının yanında, gelir getiren bir iş sahibi olmalarını ve özgür olmalarını sağlamak söz konusu sosyal sorunun çözümünü kalıcı hale getirecektir. Her türlü şiddete karşı mücadelede başarının anahtarı; bireysel, ailesel ve toplumsal olmak üzere her düzeyde planlı, bilinçli ve etkili bir mücadeledir.

Dr. Dursun Çiçek, 25-26. Dönem İstanbul milletvekili

Yorumları görmek veya yorum eklemek için oturum açın