Arşiv

Posts Tagged ‘Bakırköy Akıl Hastanesi’

Bir Zamanlar Dr. Sefa Saygılı da Psikolojik Savaş Elemanlarının Oyununa Gelmişti

Mart 31, 2010 1 yorum

 

Bir zamanlar Dr. Sefa Saygılı da psikolojik savaş elemanlarının oyununa gelmişti. Müslümanların onca sorunu varken, bunları bir kenara bırakmış, Sayın Adnan Oktar’a karşı yürütülen psikolojik savaşa destek vermekle ilgilenmişti. O devirde Hürriyet Gazetesi, Sabah Gazetesi ve diğer malum renkli basında her zaman olduğu gibi Adnan Oktar aleyhinde yoğun haberler çıkıyordu. O da bu tarihte o ekibe katılıp, Hürriyet ve Sabah gazeteleriyle omuz omuza verip, Sayın Adnan Oktar’a karşı mücadele içine girmişti. Sayın Adnan Oktar materyalistlere, darwinistlere ve ateistlere karşı mücadele verirken ve bu yolda hapse girmeyi, akıl hastanesine atılmayı göze almışken, o rahat koltuğunda oturup Sayın Adnan Oktar aleyhinde çalışma yapıyordu.

 Eylül-Ekim 1989


Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların ‘hileli düzenleri’ size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.

(Al-i İmran Suresi, 120)

“BAKIRKÖY AKIL HASTANESİ’NİN GİZLİ TARİHİ” İsimli Kitaptan Bölümler

Mart 21, 2010 Yorum bırakın

  

AYŞE ALTINYURT (HEMŞİRE)

Getirilen hastalar genelde çok bozuk olurdu, bazen yedi kişi hastayı zaptedemezdi. Bir iki personelin gözünü çıkarmıştı hastalar. Birbirlerinin burnunu, kulağını ısıranlar da oluyordu. 38. servise geçtiğimde elli yatak ve iki yüz civarında hasta vardı. Sonra beni 14 B ye verdiler. Burada iki büyük koğuş ve iki yüz elli civarında hasta vardı. Bitler duvarlarda yürüyordu. Az sayıda ranza vardı, ama hastaların çoğu yine yerlerde yatıyordu. Bir battaniyeyi birkaç hasta paylaşıyor, bataniyeyi kaldırdığımızda altından dört beş hasta çıkıyordu. Ölen bir hastanın fark edilmesi bazen bir iki günü buluyordu. O zamanlar 14 B ye bir şekilde yolu düşen hastalar bir daha çıkamıyordu. Benim için zor yıllardı, başka hastaneye tayin istemediğim için çok pişmanlıklar yaşadım, uzun süreli depresyon tedavileri gördüm.

 

GÜLDEREN AYAR (HEMŞİRE)

Bakırköy’e ilk geldiğimde ise ağır bir koku vardı, etraf pis ve dağınıktı. Sıcak sular akmadığından, hastalar yıkanamıyor, bitleniyorlardı ve bize de bit geçiyordu. İç bahçedeki kronik servislerin durumu çok daha kötüydü. Hastalar çırılçıplak yerlerde yatıyordu. hepsinin kafası tıraşlıydı, hepsi birbirine benziyordu. Servislerin içine girmek çok ürkütücüydü. Yemeklerini elleriyle yiyorlardı. Tedavide suyun içine ampuller kırılıyor, hastaların hepsine standart birer bardak içiriliyordu. bir sabah 14 A kahvaltı kontrolüne gittiğimde, kahvaltı olarak, güğüm gibi bir kabın içindeki çaya ekmek doğranıp lapa yapılmış, kepçe kepçe hastalara veriliyordu.
Kaşıkları hemşirelere fırlatıp yine elle yemeğe başlıyorlarmış
, epey zor olmuş kaşığa alıştırmak.

 

MEHMET ALTAY (TEKNİSYEN)

14A ve 14B servislerinin alt katlarında demir kafesler var.  Onbaşıya “nedir bu demir kafesler?” diye sordum. “Hasta kafayı yedi mi, kafese sokup hortumla yıkıyoruz” diye cevap verdi.
Hemşireler parmakla sayılacak kadar az. 13. servis, adli suçlular bölümü. Buralara girip çalışmak biraz problemliydi. Her an hadise çıkabilir, çok dikkat ediyordum.
7. serviste yangın çıktı. Hemen koştuk, itfaiye geldi, basın oradaydı. iki hastamızı ölü bulduk. İtfaiye elemanlarına söyleyip çıkartmadık, çünkü Yıldırım bey hakkında kötü yazılar çıkabilirdi basında. Herkes gittikten sonra dumandan boğulup ölen hastalarımızı çarşafa sarıp çıkarttık, hemen gasilhaneye gönderdik. Gasilhanede cenaze çoktu.
Bazı şeyleri es geçtim, çünkü hastaneyi karıştırmak istemedim.

 

LATİF ALPKAN (DOKTOR)

Son yıllarda şartların çok kötü olduğuna dair gazete ve TV haberleri görmüştüm. o haberlerde, hastaların yarı çıplak, pis ve bitli olduklarından, servislerde yatak sayısının dört beş misli hasta olduğundan, hemşire sayısının yetersizliğinden, yemeklerin çok kötü olduğundan ve bu olumsuz şartlar yüzünden sık sık ölümlerle karşılaşıldığından bahsediliyordu.

 

JÜLİDE ARAL (PSİKOLOG)

Korku filmlerini andıran bodrumlardaki kronik servisler… hastaneye ilk geldiğim gün, “hayatın gerçekleriyle karşılaşmaya hazır mısın?” diye sorulduğum teneffüshanede…
Eski adli servis ve Reşadiye Kışlası’nın ahırlarından bozma 12. servis: Bağımlılar servisi
Hastaneye ilk başladığım gün, bir doktor arkadaşım, “buradan emekli olursun” demişti de, hayret, şaşkınlık, hatta dehşet içinde bakmıştım.

 

BAKİ ARPACI (DOKTOR)

14 A Karantina servisinin büyük bir hasta koğuşu vardı. İçine girildiğinde ağır bir kokuyla karşılaşılıyordu. Bir doktor arkadaşımız bir keresinde anemnez almak için fazla durduğunda senkop geçirmişti.
Yemekler iyi değildi, yemek zamanı bir kargaşa olur, kimi elleriyle yemeye çalışır, bir itişme ve kakışma yaşanırdı. Elektroşok düşünülen hastalar yataklarına yatırılır ve arka arkaya sırayla elktroşok uygulanırdı. Hastanenin kronik psikiyatri servislerinin durumu çok daha kötüydü.
Kadın görevli ile loş, ağır kokulu kadın hasta koğuşuna girdim, daha doğrusu girmeye çalıştım. Hastalar yarı çıplak, bir çoğu kümelenmiş durumdaydı. İdrar ve gaita kokusu, o kadar belirgindi ki kendimi çok zorlamama rağmen kısmen değerlendirebilirdim. İnsanın bakım görmediği zaman ne duruma gelebileceğini orada bütün çıplaklığı ve acılığı ile yaşadım. Diğer servislerde de benzer şeyler yaşanıyordu.
Nöbetlere Ankara, Elazığ gibi şehirlerden “posta” denilen otobüslerle hastalar getirilir, hemen hepsi yatırılırdı. Hastane bir depo gibiydi…. Bu durum kanıksanmıştı. Kabul edilebilir değildi, insani değildi.

 

KAMURAN CEM (ESKİ BAŞHEMŞİRE)

Hastanenin ve hastaların koşulları gerçekten çok kötüydü. Hastalar bütün gün bu havasız teneffüshanede ayakta dikilir ya da yerlere otururdu. Çoğu çırılçıplaktı, kıyafet ve battaniye yoktu. koğuşlarda ranzalar vardı ama yatak, şilte yoktu, bazı yataklarda iki hasta yatardı. hastalar bit içindeydi ve banyo yapıp yapmadıkları kontrol edilmezdi. Servislerde ağır bir koku olurdu. Hastalarla ilgilenen kimse yoktu, doktorlar hasta içine girmez, demir kapı arkasında, odalarda otururlardı.
Tüm bu kötü koşullara rağmen gelen her hasta kabul ediliyordu. Kapasitenin çok üzerinde, dört bin kadar hasta vardı. İlaçların çoğu servislerde kaybolurdu, onbaşılar meyveleri, kavunları vb. saklarlar, sonra doktorlarla beraber yerlerdi.
Onbaşı, bir dal parçasına sarılmış tentürdiyotla pamukla hastaların kalçasını siliyor, mubassır da ne kadar ilaç olduğunu bilmediğim 20 lik bir şırınganın içindeki ilacı, iğne değiştirmeden hastalara vuruyor, kafasına göre enjekte ediyordu.
Yemek iki çeşit de olsa aynı kaba konur, hastalar elleriyle yemek yerdi. Büyük hayal kırıklığı yaşıyordum.

  

CEMAL DİNDAR (DOKTOR)

1980’li yıllarda olağan kabul edilen bu ilaç dozları (60 mg/gün) bugün uygulansa, hemen herkesin üzerinde anlaşabileceği bir sıfat akla gelir: Gaddarlık!

 

AYŞE ÜNLÜ ÇİLELİGİL (HEMŞİRE)

Servis çok yoğundu, bir yatağa dört hasta düşüyordu. 14-B servisi, eski, yerin altında, pek ışık görmeyen bir servisti. Tuvalet kapısını açında, iki tane tosun lağım faresiyle göz göze geldik…. (Hasta) diazem istedi, hasta talebasına bakıp veremeyeceğimi belirttim. Hasta “ister ver ister verme, ben on iki senden beri içerideyim. Altı cinayetim var, sen yedincisi olursun” dedi, ben ona üç tane diazem verdim… hastayi hemen adli servise gönderdiler.

 

ASLAN DELİCE (AVUKAT)

(Bir hastadan bahsediyor) onu 13. serviste nöbete başladığımda görmüştüm. Diğer hastalardan korkuyordu ve korkusunda haksız sayılmazdı. Ne de olsa hastaların hemen hemen tamamı suç işlemiş, kimileri de işledikleri suçlar nedeniyle gazete manşetlerine kadar çıkmışlardı. Aslında ben de onun kadar korkuyordum.
13. servise
ilişkin bir hatıram korkumun nedenini açıklar: Nöbete geldiğim ilk gün, iki üç personel bir hastanın üzerine çullanmış, enjeksiyon için ikna etmeye çalışıyorlardı. Hasta o kadar hırçın, o kadar güçlüydü ki hemşire enjeksiyonu bir türlü yapamadı. İşlemin uzamasına sinirlenen biri enjektörü kaptığı gibi hastanın pijamasının üstünden saplayıp, pistona sonuna kadar hızlıca bastı. Daha önce pişama üzerinden enjeksiyon yapıldığını görmediğim için ne kadar korktuğumu tahmin edemezsiniz.
13. serviste yedi yüz elli hastanın yattığı, ölen hastalardan bazen birkaç gün sonra haberdar olunduğu, hastaların elleriyle yerden yemek yediği, inanılması güç ama sık sık anlatılan diğer anılardandı. 13. servisin o yıllarda ne kadar korkunç bir yer olduğunu tahmin etmek hiç zor değil.
İple kendini tana asan bir hastanın
boğulmasını engellemek için, hastayı var gücüyle kucaklayarak kan ter içinde kalıp hayatını kurtaran veya intihar için kendini asan ama ip kopunca düşüp kafası parçalanan hastayı sırtında nöroloji acile gönderen Veli onbaşı…

 

EVRİM ERBEK (DOKTOR)

Bir hasta ile yaptığım her görüşme, “Kuzuların Sessizliği” filminden bir sahneyi canlandırıveriyordu gözümde. Hastanın bir şeyler sakladığı çok açıktı. Tavırları, “Bana nasıl davranırsan elime düştüğünde sana öyle tavranırım” şeklindeki tehditkar konuşmaları, tehlikeli biri olduğunu ortaya koyuyordu. Anlattıkları bizi çok tedirgin etmişti. Arşivden dosyası gelince, defalarca Adli Servis’ten firar eden, birçok cinayet işlemiş meşhur Avcılar sapığı olduğu ortaya çıktı.

 

LEYLA KARADEMİR (HEMŞİRE)

Servislerin durumu çok kötüydü. Koğuşlarda yatak yoktu, ranzalarda ya da yerlerde yatardı hastalar, battaniye bulabilen şanslıydı. Giysi yoktu, hastalar çıplaktı. Kadınların başı bile sıfıra vurulurdu. Hepsi bit içindeydi. Yatakları düzeltmek için koğuşlara girdiğimizde, bitler bizi sarardı. İşimiz bittikten sonra soyunup birbirimizin bitlerini ayıklardıkHastalar eskite olduğunda tespit yerine kafeslere koyar, kafesi açamaz, yemeklerini demirlerin altından uzatırdık.

 

SİBEL KARŞIDAĞ (DOKTOR)

Osmanlı döneminden kalma eski koğuş tipi hastane, kasvetli, ışıksız ortamı ve eskiliğiyle ürkütücüydü. Beni karanlığa götüren negatif duygularla hastalara yardımcı olmam hakikaten zordu.

 

SÜHEYLA KIRAÇ (HEMŞİRE)

Hemşireler için koşullar zor ve çok ilkeldi. Herşeyden önce malzeme yoktu, şırıngaları kaynatır, iki üç iğneyi seksen doksan hastaya kullanır, iğneler tıkandığında açmaya çalışırdık. Hastalar arasında bitlenme olayı çok fazlaydı, dışarıdan gelen hastalar çok pisti.
İkiyüz, ikiyüzelli arası hasta vardı servislerde. Yatak olmadığından, çırılçıplak hastalar yerlerde, ranzalarda yatar, battaniye bulanlar bir köşede büzüşürlerdi. Hastalar yemek yemeği bilmez, ellerini kullanırlardıMeslek hastalıklarına da yakalanırdık, sterilizasyon, diye bir şey yoktu, hepatit olduk, fıtık olduk.

 

DURSUN KIRBAŞ (DOKTOR)

O günlerde hastane çalışanları hastane lokantasında yemek yemezlerdi; çünkü mutfağın önünden geçerken, sebze yığınlarının üzerinde çırılçıplak oturan bir akıl hastasını görmek mümkündü… Kronik psikiyatrik hastaların bulunduğu bölümlerde, hastalar pislik içindeydi. Karyola ve yataklar parçalanmıştı. Hastalar yerlere pisleyip üstünde yatıyordu. Öyle ki, kokudan bu servislere girilemiyordu.

 

ÖMER AKİL ÖZER (DOKTOR)

Yedi cinayeti olan paranoit hastanın kanımı donduran tehdidini, o tehlikeli hastalara büyük bir soğukkanlılık ve cesaretle enjeksiyon yapan hemşire ve personeli hatırlıyorum… Ceza ehliyeti sorulan bir hastayı beklerken bir köpek sesi duyuldu ve hasta, dört ayak üzerinde hasvayıp ve zıplayarak odaya girdi.
Polisin sokaktan topladığı, kendisi ya da çevresi için tehlikeli olacağını düşünerek getirdiği hastaların giderek arttığını görüyorduk.

 

MUSA TOSUN (ESKİ BAŞHEKİM)

1885-87 yılları arasında, mecburi hizmetimi bu hastanede başasistan olarak yapmıştım ve hastaneyi ve çalışanlarını çok iyi tanıyor, sorunlarını biliyordum. Göreve başladığımda dışarıdan görülenin aksine çok kötü şartlarda bir hastane ile karşılaştım.

 

AHMET ÜLMAN (ESKİ BAŞHEKİM YARDIMCISI)

O zamanlar hastanede Karantina sistemi vardı. Müracaat eden erkek hastalar “Erkek Karantina” olan 14. servise, kadın hastalar “Kadın Karantina” olan 9. servise yatırılırlardı. Adli Tıp Meclisi ve hastanemizce 46 kararı alınmış olanlarla muhafaza-tedavi kararı alınan bütün mahkum hastalar da hastanemize gönderilir ve Adli Servis’e kapatılırlardı. Yüz yirmi yatak kapasiteli olan 13. Adli Servis’te asgari dört yüz hasta bulunurdu.

 

ZEKİYE VURAL (HEMŞİRE)

Hastanede görev aldığım ilk servis 14-A idi. Gördüğüm manzara karşısında şoka girmiştim. Her yanda hastalar vardı ve hepsi de gözlerindeki öfkeyi bakışlarıyla kusuyorlardı. Şaşkınlıkla bakınırken, bir hasta bana yaklaşıp yanağıma bir şamar indirdi.

 

SARIGÜL ÖZTÜRK YURTSEVER (HEMŞİRE)

Bakırköy’e geldim ve 14-A servisine verildim. Karşıma çıkan ilk manzara, demir parmaklık ardındaki hastalardı. Balık istifi gibi dizilmiş hastaların hepsi çırılçıplaktı. 14-A, yeni gelen hastaların bulunduğu Karantina Servisi’ydi. Her hafta posta ile hasta gelirdi buraya. Hastalar bit içindeydi, elle yemek yerlerdi. Aralarına giremezdik, saldırgandılar.
14-B deki hastalar daha eskite idiler ve zincirle bağlanırlardı.
Sıcak su olmaz, çoğu zaman sular bile akmazdı. Yemekler çok kötüydü, aç gezdiğim çok olmuştu. Koşullar gerçekten kötüydü, serviste tuvalet olmadığı için gazete üzerine tuvaletimi yapıp çöpe attığımı bile hatırlıyorum… Bazı onbaşıların hastalara da tacizde bulunduklarını, bazı kadın hastaların hamile bırakıldığını duymuştum.

Sn. Adnan Oktar’ın Haksız Yere Tutuklanıp 9 Ay Cezaevine, Sonra 10 ay Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi’ne Konulması

Mart 21, 2010 1 yorum

 

Uygulanan psikolojik savaş yöntemlerinden biri de Sayın Adnan Oktar’ın 1986 yılında “Türk Milletindenim, İbrahim ümmetindenim” sözünden dolayı tutuklanıp 9 ay cezaevine, daha sonra da 10 ay Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi’nde tutulmasıydı. Bir çok gazete bu konuyu günlerce sevinç ve heyecan içinde birinci haber olarak kapaktan ve manşetten kamuoyuna duyurdular. Örneğin Hürriyet Gazetesi büyük bir heyecanla “Adnan Hoca deli çıktı” şeklinde psikolojik savaşın etkileyici bir başlığıyla bunu duyurmuştu.

 

Sayın Adnan Oktar, en tehlikeli hastaların olduğu, cinayetin çok olağan sayıldığı, birkaç demir kapıdan geçilerek girilen, 300 akıl hastasının bulunduğu 14A koğuşunda tutuldu. Onun bulunduğu dönemde, koğuşundaki 10’un üzerinde akıl hastası 10’un üzerinde cinayet işlediler. Bu olaylar o koğuşta sıradan olaylar olarak kabul ediliyordu. Bu süre içinde 6 hafta yatağına ayak bileğinden zincirlendi. Annesi onu ziyaret etmeye geldiğinde azılı delilerin arasından geçmek zorunda kalıyordu. Sayın Adnan Oktar hapishanede ve akıl hastanesinde toplam 19 ay tutuldu ve sonra savcılığın “ifadelerinde suç unsuru bulunmadığını” belirtmesiyle beraat etti ve serbest bırakıldı.

Sayın Adnan Oktar’ın Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde kaldığı dönem olan 1985-1986 yıllarına ait hastaların detaylı tedavi süreçlerini içeren tüm belgeler hastane arşivlerinden bir şekilde yok edilmiştir. Böylece psikolojik savaş uzmanları o dönemin tüm karanlık yönlerini soruşturma ihtimali olmayacak şekilde ortadan kaldırmıştır. 1927 yılından itibaren hiçbir eksiklik olmadan çok düzenli olarak tutulan bu arşivin sadece o döneme ait dosyalarının kayıp olması Sayın Adnan Oktar’a karşı yürütülen psikolojik savaşın ne kadar derin olduğunu göstermektedir.

Sayın Adnan Oktar’ın tutulduğu Abdülhamit döneminden kalma, 14A koğuşunun bulunduğu taş bina.


Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesinden Görüntüler

Sayın Adnan Oktar hastanenin bu tarz bölümlerinde, cinayet işlemiş yüzlerce akıl hastasının içinde toplam 10 ay tutuldu. Bu görüntüler Sayın Adnan Oktar’ın tutulduğu zamana göre bakım yapılmış ve düzenlenmiş hali. Sayın Adnan Oktar burada burası çok daha bakımsız ve perişan haldeyken kaldı. Zaten kendini kontrol edemeyen 300 akıl hastasının bir koğuşta yaşamasının nasıl olacağını herkes tahmin edebilir.

 

Sayın Adnan Oktar’ın tutulduğu 14A koğuşunda bu tarz 300 tane akıl hastası bulunuyordu. Sayın Adnan Oktar’ın tanıdıklarıyla görüşmesi yasaklanmış, sadece bu tarz akıl hastalarıyla konuşması şartı getirilmişti.

BAKIRKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI HASTANESİNDEN GÖRÜNTÜLER İÇEREN FİLMİ İZLEMEK İÇİN >>>

Sayın Adnan Oktar’a Gülhane Askeri Tıp Akademisi tarafından verilen akıl sağlığının yerinde olduğunu belirten “SAĞLAM” raporu ise basında hiçbir yerde duyurulmadı. Sayın Adnan Oktar 20 yıl akıl hastası olarak kamuoyuna tanıtıldıktan sonra akıl sağlığının yerinde olduğu Askeri Hastane raporuyla açıklandı. Psikolojik savaş bunu 20 yıl boyunca Sayın Adnan Oktar’a karşı kullanılmıştır ancak Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin vermiş olduğu bozma raporu hiçbir medya kuruluşu tarafından yayınlanmamıştır.

O inkar edenler, zikri (Kur’an’ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. “O, gerçekten bir delidir” diyorlar.
(Kalem Suresi, 51)


“O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin.” Rabbim” dedi (Nuh). “Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et.” 
(Müminun Suresi, 25-26)

(Firavun) Dedi ki: “Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir.”
(Şuara Suresi, 27)


Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi tarih boyunca tüm peygamberlere ve onlarla beraber mücadele eden Müslümanlara ceşitli iftiralar atılmıştır. Bunlardan biri de delilik iftirasıdır. Sn. Adnan Oktar’ın da yıllardır süren şerefli mücadelesi sırasında kendisine bu yönde iftira atılmıştır.

 

Sayın Adnan Oktar’ın Gülhane Askeri Tıp Akademisi tarafından verilen akıl sağlığının yerinde olduğuna dair SAĞLAM raporunun tamamı.